,, ,
Hikmet Demirsoy
Köşe Yazarı
Hikmet Demirsoy
 

Melon Şapka ve Gül Ağacından Baston

Peter’ın gözleri çift katlı otobüsten adımını atar atmaz yaşardı. Bunun nedeni Londra’nın o her zamanki sisli havasıydı. Havadaki pus caddedeki her şeyin etrafını kuşatmıştı. Yavaş adımlarla en tepedeki kulesine çıkıp, manzara fotoğrafları çekeceği katedralin önüne doğru ilerledi. Kapısında durdu ve boynunda asılı duran fotoğraf makinesini ondan özür diler gibi iki eliyle sımsıkı kavradı. Amcası bu makineyi iki hafta önce hediye etmiş ama alışıldık Londra puslu havasında hiç manzara fotoğrafı çekememişti. Kaldığı evin içinde verilen birkaç kuru poz eşliğinde çektikleri hariç. Peter yine de şansını denemeye karar verdi. Belki kuleye çıkıp aşağıya baktığında, kesif sisin arasından bir boşluk yakalayıp, en azından bir iki poz Times Nehri karesi yakalayabilirdi. Bu ümitle merdivenleri tırmanmaya başladı. Bir yandan çıkıyor diğer yandan da geride bıraktığı basamakları içinden sayıyordu. Yüz on üçüncü basamakta tepeye vardı ve dışarı açılan tahta kapıyı ardına kadar açtı. Nefes nefeseydi. Rahatlamak için derin soluklar alıp verirken önündeki taşlık alana göz gezdirdi. Sabahın erken saatlerinde ortalıkta kimse yoktu. Tam nefesi normale döndüğünde, sağ tarafta en uç noktada şişman adamı gördü. Korkulukların kenarına tehlikeli biçimde yaklaşmış ve korkuluklara dayanarak aşağı sarkmıştı. İyi giyimliydi. Yere bıraktığı çantasından ve gül ağacı bastonundan hali vaktinin yerinde olduğu anlaşılıyordu. Peter ayaklarının ucuna basarak adama doğru yaklaştı ve aralarında iki üç adım mesafe kalınca durdu. Şişman adam onu fark etmiş gibi görünmüyordu. Aşağı sarkmaktan vazgeçmişti. Ellerini koca gövdesinin arkasında birleştirmiş, sisler arasında kaybettiği bir şeyi arar gibi dosdoğru boşluğa bakıyordu. Peter tam konuşacaktı ki saat başı vuran Big Ben’in gümbürtüsü araya girdi. Şişman adam sesten rahatsız olsa gerek başını arkaya çevirdi ve bu sefer sırtını korkuluklara dayadı. Uykusuzluktan olsa gerek şişmiş kısık gözlerini Peter’a dikmiş, O’na “Sen de nereden çıktın?” der gibi bakıyordu. “Günaydın sir! Kenara bu kadar yaklaşmanız ne derece güvenli acaba?” diye sordu Peter. Karşısındaki sadece kendisine bakmaya devam edip, hiçbir yanıt vermeyince bu kez daha yüksek sesle sordu: “Sir…! İyi misiniz?” Adam aniden geriye doğru döndü ve başındaki melon şapka sert bir esintiyle birlikte kafasından fırlayarak döne döne aşağıya uçtu. Şapkasının peşinden boş boş ama sanki ona imrenerek aşağıya bakarken zor duyulan bir sesle konuştu: “İşte bak. Ne güzel uçtu değil mi şapka? Neyse…Boş versene… Sen kendi işine bakar mısın genç adam?” Peter afallamıştı. Karşısındaki adam şüphesiz hayatına son vermek için buradaydı. Adam devam etti: “Bak… Boynunda güzel bir fotoğraf makinesi de var. Git öbür tarafa doğru. Bu lanet sis de dağılmak üzere. Beni yalnız bırak ve kendi işini yap.” Peter’ın gitmeye niyeti yoktu. Hayatından ümidini kesmiş görünen bu adama nasıl yardım edebileceğini düşünüyordu. Umutsuzca elini adama doğru uzattı. “Adım Peter. Sizin adınız?” Amacı adam elini uzatırsa onu tutup kendine çekmek ve korkuluklardan uzaklaştırmaktı. Ama adamın iri cüssesi nedeniyle bunu yapıp yapamayacağı konusunda endişeliydi. Üstelik adam elini tutarsa, onu bırakmayarak kendisi ile birlikte onu da aşağıya çekebilirdi. Şişman adam karşılık vermedi. Gözlerini Peter’dan ayırmadan konuşmaya devam etti: “Dün bütün gece şu karşıdaki pubdaydım. Sen poker bilir misin?” “Hayır sir” diye yanıtladı Peter. Adam içini kuvvetle çekerek ve çektiği havayı öfkeyle dışarı vererek devam etti: “Pöhh… Boş versene. Ben de iyi bildiğimi sanırdım. Dün geceye kadar…” Adamın öfkesi dinmiş, üzüntülü bir halde sesi titremeye başlamıştı: “İlk başta herşey iyiydi. Kazanıyordum. Ama o adam gelene kadar.” Peter bütün dikkatini karşısındakine vermişti artık. Adam biraz önceki üzüntülü halinden sıyrılmış, şimdi de duyduğu hiddetle gözleri kan çanağına dönmüş, şişman bacakları titremeye başlamıştı. “Ve o geldi. Masaya oturdu. Ondan sonra da kaybettim. Sabaha kadar her şeyimi, tek kuruşum kalmamacasına kaybettim.” Koca adam çocuk gibi ağlarken, Peter’ın kafasından onu bulunduğu yerden nasıl uzaklaştırabileceği konusunda planlar geçiyordu. Etrafta yardım edebilecek kimseyi de göremiyordu. Ne yapacaksa kendi başına yapmak zorundaydı. Adam ağlamaya devam ederken, onun aynı zamanda duyduğu öfkeden pancar gibi kızarmış suratına bakarak sordu: “ Sizinle birlikte aşağıya inelim mi? Birer kahve de içeriz ve konuşuruz. Ne dersiniz?” Peter’ın bu sırada adama uzattığı eli havada kalmıştı. Karşısındakinin oradan ayrılmaya hiç niyeti yoktu. Adam bu sefer gülümseyerek cevapladı: “Tabii… Tabii genç adam. İnelim… Ama siz merdivenlerden…” Kısa bir süre bekledikten sonra da bağırarak devam etti: “Ama ben buradan ineceğim!” Şişman adam kendisinden hiç beklenmeyecek bir çeviklikle korkulukların üzerinden kendisini aşağıya bırakmıştı. Peter şoke olmuştu. Gözlerini adamın biraz önce durduğu yerden ayıramıyordu. Geride onun şık çantası ve aşağıya atlarken ayağının çarpmasıyla yere yuvarlanan gül ağacından bastonu kalmıştı.
Ekleme Tarihi: 06 Mart 2024 - Çarşamba

Melon Şapka ve Gül Ağacından Baston

Peter’ın gözleri çift katlı otobüsten adımını atar atmaz yaşardı. Bunun nedeni Londra’nın o her zamanki sisli havasıydı. Havadaki pus caddedeki her şeyin etrafını kuşatmıştı. Yavaş adımlarla en tepedeki kulesine çıkıp, manzara fotoğrafları çekeceği katedralin önüne doğru ilerledi. Kapısında durdu ve boynunda asılı duran fotoğraf makinesini ondan özür diler gibi iki eliyle sımsıkı kavradı. Amcası bu makineyi iki hafta önce hediye etmiş ama alışıldık Londra puslu havasında hiç manzara fotoğrafı çekememişti. Kaldığı evin içinde verilen birkaç kuru poz eşliğinde çektikleri hariç.

Peter yine de şansını denemeye karar verdi. Belki kuleye çıkıp aşağıya baktığında, kesif sisin arasından bir boşluk yakalayıp, en azından bir iki poz Times Nehri karesi yakalayabilirdi. Bu ümitle merdivenleri tırmanmaya başladı. Bir yandan çıkıyor diğer yandan da geride bıraktığı basamakları içinden sayıyordu. Yüz on üçüncü basamakta tepeye vardı ve dışarı açılan tahta kapıyı ardına kadar açtı. Nefes nefeseydi. Rahatlamak için derin soluklar alıp verirken önündeki taşlık alana göz gezdirdi. Sabahın erken saatlerinde ortalıkta kimse yoktu. Tam nefesi normale döndüğünde, sağ tarafta en uç noktada şişman adamı gördü. Korkulukların kenarına tehlikeli biçimde yaklaşmış ve korkuluklara dayanarak aşağı sarkmıştı. İyi giyimliydi. Yere bıraktığı çantasından ve gül ağacı bastonundan hali vaktinin yerinde olduğu anlaşılıyordu.

Peter ayaklarının ucuna basarak adama doğru yaklaştı ve aralarında iki üç adım mesafe kalınca durdu. Şişman adam onu fark etmiş gibi görünmüyordu. Aşağı sarkmaktan vazgeçmişti. Ellerini koca gövdesinin arkasında birleştirmiş, sisler arasında kaybettiği bir şeyi arar gibi dosdoğru boşluğa bakıyordu.

Peter tam konuşacaktı ki saat başı vuran Big Ben’in gümbürtüsü araya girdi. Şişman adam sesten rahatsız olsa gerek başını arkaya çevirdi ve bu sefer sırtını korkuluklara dayadı. Uykusuzluktan olsa gerek şişmiş kısık gözlerini Peter’a dikmiş, O’na “Sen de nereden çıktın?” der gibi bakıyordu.

“Günaydın sir! Kenara bu kadar yaklaşmanız ne derece güvenli acaba?” diye sordu Peter.

Karşısındaki sadece kendisine bakmaya devam edip, hiçbir yanıt vermeyince bu kez daha yüksek sesle sordu:

“Sir…! İyi misiniz?”

Adam aniden geriye doğru döndü ve başındaki melon şapka sert bir esintiyle birlikte kafasından fırlayarak döne döne aşağıya uçtu. Şapkasının peşinden boş boş ama sanki ona imrenerek aşağıya bakarken zor duyulan bir sesle konuştu:

“İşte bak. Ne güzel uçtu değil mi şapka? Neyse…Boş versene… Sen kendi işine bakar mısın genç adam?”

Peter afallamıştı. Karşısındaki adam şüphesiz hayatına son vermek için buradaydı.

Adam devam etti:

“Bak… Boynunda güzel bir fotoğraf makinesi de var. Git öbür tarafa doğru. Bu lanet sis de dağılmak üzere. Beni yalnız bırak ve kendi işini yap.”

Peter’ın gitmeye niyeti yoktu. Hayatından ümidini kesmiş görünen bu adama nasıl yardım edebileceğini düşünüyordu. Umutsuzca elini adama doğru uzattı.

“Adım Peter. Sizin adınız?” Amacı adam elini uzatırsa onu tutup kendine çekmek ve korkuluklardan uzaklaştırmaktı. Ama adamın iri cüssesi nedeniyle bunu yapıp yapamayacağı konusunda endişeliydi. Üstelik adam elini tutarsa, onu bırakmayarak kendisi ile birlikte onu da aşağıya çekebilirdi.

Şişman adam karşılık vermedi. Gözlerini Peter’dan ayırmadan konuşmaya devam etti:

“Dün bütün gece şu karşıdaki pubdaydım. Sen poker bilir misin?”

“Hayır sir” diye yanıtladı Peter.

Adam içini kuvvetle çekerek ve çektiği havayı öfkeyle dışarı vererek devam etti:

“Pöhh… Boş versene. Ben de iyi bildiğimi sanırdım. Dün geceye kadar…”

Adamın öfkesi dinmiş, üzüntülü bir halde sesi titremeye başlamıştı:

“İlk başta herşey iyiydi. Kazanıyordum. Ama o adam gelene kadar.”

Peter bütün dikkatini karşısındakine vermişti artık. Adam biraz önceki üzüntülü halinden sıyrılmış, şimdi de duyduğu hiddetle gözleri kan çanağına dönmüş, şişman bacakları titremeye başlamıştı.

“Ve o geldi. Masaya oturdu. Ondan sonra da kaybettim. Sabaha kadar her şeyimi, tek kuruşum kalmamacasına kaybettim.”

Koca adam çocuk gibi ağlarken, Peter’ın kafasından onu bulunduğu yerden nasıl uzaklaştırabileceği konusunda planlar geçiyordu. Etrafta yardım edebilecek kimseyi de göremiyordu. Ne yapacaksa kendi başına yapmak zorundaydı.

Adam ağlamaya devam ederken, onun aynı zamanda duyduğu öfkeden pancar gibi kızarmış suratına bakarak sordu:

“ Sizinle birlikte aşağıya inelim mi? Birer kahve de içeriz ve konuşuruz. Ne dersiniz?”

Peter’ın bu sırada adama uzattığı eli havada kalmıştı. Karşısındakinin oradan ayrılmaya hiç niyeti yoktu.

Adam bu sefer gülümseyerek cevapladı:

“Tabii… Tabii genç adam. İnelim… Ama siz merdivenlerden…”

Kısa bir süre bekledikten sonra da bağırarak devam etti:

“Ama ben buradan ineceğim!”

Şişman adam kendisinden hiç beklenmeyecek bir çeviklikle korkulukların üzerinden kendisini aşağıya bırakmıştı.

Peter şoke olmuştu. Gözlerini adamın biraz önce durduğu yerden ayıramıyordu. Geride onun şık çantası ve aşağıya atlarken ayağının çarpmasıyla yere yuvarlanan gül ağacından bastonu kalmıştı.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.