,, ,
Hikmet Demirsoy
Köşe Yazarı
Hikmet Demirsoy
 

Ekinoksa Vurulan Bir Aşk Mührü

Gece ve gündüz sürelerinin eşitlenmesi demek olan “ekinoks” kuzey yarıkürede yılda iki kez meydana gelir. Yaklaşık tarihler olarak 20 Mart “İlkbahar ekinoksu” ve 23 Eylül tarihi ise “sonbahar ekinoksu” olarak adlandırılır.                 İlkbahar ekinoksu olan 20 Mart tarihinde uzun ve soğuk geçen kara kış geceleri artık bitmiş demektir. Doğanın tekrar uyanmasının ve etrafımızı kuşatan renklerin canlanmasının başlangıcı olarak kabul edilen bu tarihten sonra hangimizin içi kıpır kıpır olmamıştır, kimin kalbi farklı bir heyecanla atmamıştır ki?                 Sonbahardaki ekinoks ise daha farklıdır. Yaz mevsimlerinin sonuncusu olan Ağustos’un geçmesi ile birlikte, Eylül ayının başında yeni bir atak yaparak tekrar bahara dönen havanın tüm güzelliğine, 23 Eylül’deki ekinoks son verir. Baharın adeta yeniden doğuşuna dur diyerek daha karanlık ve daha soğuk bir döneme girildiğine işaret eder sonbahar ekinoksu.                 Hepimizin öğrenim hayatında coğrafya derslerinde öğrendiği bu doğa olaylarından neden mi bahsediyorum? Çünkü yazının bundan sonrasını okuduğunuzda, uzun yıllar öncesinde yaşanmış ve mutlu sona ulaşmamış bir aşk hikayesi ile ekinokslar arasında bir bağlantı kurabileceksiniz. Eminim ki bu bağlantıyı kurduğunuzda da mutlaka bir ekinoks zamanında, yedi tepeli kadim şehir İstanbul’un bir tepesine çıkacaksınız. Bir gözünüz batan güneşi Edirnekapı tarafında seyredecek. Diğer gözünüz de mutlaka mehtabın doğuşuna şahit olmak için Üsküdar taraflarında olacak.                 Aşk hikayemiz altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanıyor. Bir tarafında cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı, ismi “Güneş ve Ay” demek olan Mihrü Mah, diğer tarafta da büyük mimarımız Mimar Sinan var.                 Mihrü Mah Sultan on yedi yaşına basmıştır. Bir padişah kızı olarak evlilik yaşına gelmiştir artık. Osmanlı geleneğine göre padişah kızları kendilerinden yaşça çok büyük olan ve devlet görevlerinde bulunan paşalara gelin edilirmiş. Bu konuda tabidir ki kendilerinin söz hakkı yok ve padişah ne derse o olacak. Öte yandan padişah kızlarını gelin almak isteyen paşalar da çetin bir rekabette. Zira padişahın damadı olmak demek devlet görevinde yükselme ile eş anlamlı. Mihrü Mah Sultan ile evlenmek isteyen çok sayıda paşa var. Ancak bu paşaların içerisinde Diyarbakır valisi Rüstem Paşa, Hürrem Sultan’ı da arkasına alarak en önde. Bu Rüstem Paşa, Hürrem’in de desteği ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yozlaşması ve duraklamasının yoluna taş döşeyenlerden biri. Bu nedenle kendisi çok farklı bir gerçeklerden uyarlanan hikaye konusu olmaya layık bir kişi. Konuyu uzatmamak için burada ona bir nokta koyalım ve hikayemize dönelim biz.                 Mihrü Mah Sultan’ı gerçek bir aşkla seven öyle birisi daha var ki… İmparatorluğun en ünlü ve başarılı mimarı “Koca Mimar Sinan Ağa”. Ancak bu platonik bir aşk. O zamanlar ellisinde olan Mimar Sinan’ın kendisinden başka kimse bu aşktan haberdar değil. Kanuni Sultan Süleyman kızını Rüstem Paşa’ya veriyor sonuçta. Mimar Sinan deli gibi aşık olduğu kadına kavuşamamıştır ancak bu aşkını bundan sonra tüm güzelliği ile sanatına yansıtacaktır.                 Padişah, yapılan düğün şerefine koca mimardan Üsküdar’a Mihrü Mah Sultan adına bir cami yapılmasını ister. Caminin yapımına 1540 yılında başlanır ve sekiz yıl sonra tamamlanır. Mimar Sinan Mihrü Mah Sultan Camisi’nin dış çizgilerine “etekleri yerleri süpüren bir kadın” yani aşkı Mihrü Mah’ın havasını vermiştir.                 Mimar Sinan bu camiinin bitişinin hemen ardından, ilk kez bir padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine bir başka eser yapmaya başlar. Küçücük bir cami, şüphesiz Mihrü Mah Sultan için. Günümüzün Edirnekapı Camisi. Minaresi otuz sekiz metre… İncecik bir kubbe ve üzerinde tam altmış bir pencere. Bu pencerelerden giren ışıklar caminin iç güzelliğini olanca çıplaklığı ile aydınlatır. Caminin içindeki salkımlar ve minarenin kenarlarındaki işlemeler ise adeta Mihrü Mah Sultan’ın topuklarını döven uzun saçlarını anlatır insana.                 Büyük bir sanatçının aşkına adadığı iki eser. Ama işin ilginç yanını en sona bıraktım. Ne yapacaksınız? İlkbahar veya sonbahar ekinokslarının birinde (ki bu yıl 23 Eylül’de olacak) iki camiyi de aynı anda görebileceğiniz bir yere çıkın. Görülecek manzara şudur: “Edirnekapı Camisi’nin tek minaresi arkasından altın bir top gibi kıpkırmızı bir güneş batarken, Mihrü Mah Sultan Camisi’nin hemen arkasından ay doğmaktadır.”                 Mihrü Mah; yani güneş ve ay…. Mimar Sinan; bin yılın mimarı ve taşlara vurulmuş silinmez mührü. Ve iki insan arasında değil, “iki camii arasında yaşanan bir aşk.”                     
Ekleme Tarihi: 11 Eylül 2023 - Pazartesi

Ekinoksa Vurulan Bir Aşk Mührü

Gece ve gündüz sürelerinin eşitlenmesi demek olan “ekinoks” kuzey yarıkürede yılda iki kez meydana gelir. Yaklaşık tarihler olarak 20 Mart “İlkbahar ekinoksu” ve 23 Eylül tarihi ise “sonbahar ekinoksu” olarak adlandırılır.

                İlkbahar ekinoksu olan 20 Mart tarihinde uzun ve soğuk geçen kara kış geceleri artık bitmiş demektir. Doğanın tekrar uyanmasının ve etrafımızı kuşatan renklerin canlanmasının başlangıcı olarak kabul edilen bu tarihten sonra hangimizin içi kıpır kıpır olmamıştır, kimin kalbi farklı bir heyecanla atmamıştır ki?

                Sonbahardaki ekinoks ise daha farklıdır. Yaz mevsimlerinin sonuncusu olan Ağustos’un geçmesi ile birlikte, Eylül ayının başında yeni bir atak yaparak tekrar bahara dönen havanın tüm güzelliğine, 23 Eylül’deki ekinoks son verir. Baharın adeta yeniden doğuşuna dur diyerek daha karanlık ve daha soğuk bir döneme girildiğine işaret eder sonbahar ekinoksu.

                Hepimizin öğrenim hayatında coğrafya derslerinde öğrendiği bu doğa olaylarından neden mi bahsediyorum? Çünkü yazının bundan sonrasını okuduğunuzda, uzun yıllar öncesinde yaşanmış ve mutlu sona ulaşmamış bir aşk hikayesi ile ekinokslar arasında bir bağlantı kurabileceksiniz. Eminim ki bu bağlantıyı kurduğunuzda da mutlaka bir ekinoks zamanında, yedi tepeli kadim şehir İstanbul’un bir tepesine çıkacaksınız. Bir gözünüz batan güneşi Edirnekapı tarafında seyredecek. Diğer gözünüz de mutlaka mehtabın doğuşuna şahit olmak için Üsküdar taraflarında olacak.

                Aşk hikayemiz altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanıyor. Bir tarafında cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı, ismi “Güneş ve Ay” demek olan Mihrü Mah, diğer tarafta da büyük mimarımız Mimar Sinan var.

                Mihrü Mah Sultan on yedi yaşına basmıştır. Bir padişah kızı olarak evlilik yaşına gelmiştir artık. Osmanlı geleneğine göre padişah kızları kendilerinden yaşça çok büyük olan ve devlet görevlerinde bulunan paşalara gelin edilirmiş. Bu konuda tabidir ki kendilerinin söz hakkı yok ve padişah ne derse o olacak. Öte yandan padişah kızlarını gelin almak isteyen paşalar da çetin bir rekabette. Zira padişahın damadı olmak demek devlet görevinde yükselme ile eş anlamlı. Mihrü Mah Sultan ile evlenmek isteyen çok sayıda paşa var. Ancak bu paşaların içerisinde Diyarbakır valisi Rüstem Paşa, Hürrem Sultan’ı da arkasına alarak en önde. Bu Rüstem Paşa, Hürrem’in de desteği ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yozlaşması ve duraklamasının yoluna taş döşeyenlerden biri. Bu nedenle kendisi çok farklı bir gerçeklerden uyarlanan hikaye konusu olmaya layık bir kişi. Konuyu uzatmamak için burada ona bir nokta koyalım ve hikayemize dönelim biz.

                Mihrü Mah Sultan’ı gerçek bir aşkla seven öyle birisi daha var ki… İmparatorluğun en ünlü ve başarılı mimarı “Koca Mimar Sinan Ağa”. Ancak bu platonik bir aşk. O zamanlar ellisinde olan Mimar Sinan’ın kendisinden başka kimse bu aşktan haberdar değil. Kanuni Sultan Süleyman kızını Rüstem Paşa’ya veriyor sonuçta. Mimar Sinan deli gibi aşık olduğu kadına kavuşamamıştır ancak bu aşkını bundan sonra tüm güzelliği ile sanatına yansıtacaktır.

                Padişah, yapılan düğün şerefine koca mimardan Üsküdar’a Mihrü Mah Sultan adına bir cami yapılmasını ister. Caminin yapımına 1540 yılında başlanır ve sekiz yıl sonra tamamlanır. Mimar Sinan Mihrü Mah Sultan Camisi’nin dış çizgilerine “etekleri yerleri süpüren bir kadın” yani aşkı Mihrü Mah’ın havasını vermiştir.

                Mimar Sinan bu camiinin bitişinin hemen ardından, ilk kez bir padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine bir başka eser yapmaya başlar. Küçücük bir cami, şüphesiz Mihrü Mah Sultan için. Günümüzün Edirnekapı Camisi. Minaresi otuz sekiz metre… İncecik bir kubbe ve üzerinde tam altmış bir pencere. Bu pencerelerden giren ışıklar caminin iç güzelliğini olanca çıplaklığı ile aydınlatır. Caminin içindeki salkımlar ve minarenin kenarlarındaki işlemeler ise adeta Mihrü Mah Sultan’ın topuklarını döven uzun saçlarını anlatır insana.

                Büyük bir sanatçının aşkına adadığı iki eser. Ama işin ilginç yanını en sona bıraktım. Ne yapacaksınız? İlkbahar veya sonbahar ekinokslarının birinde (ki bu yıl 23 Eylül’de olacak) iki camiyi de aynı anda görebileceğiniz bir yere çıkın. Görülecek manzara şudur: “Edirnekapı Camisi’nin tek minaresi arkasından altın bir top gibi kıpkırmızı bir güneş batarken, Mihrü Mah Sultan Camisi’nin hemen arkasından ay doğmaktadır.”

                Mihrü Mah; yani güneş ve ay…. Mimar Sinan; bin yılın mimarı ve taşlara vurulmuş silinmez mührü. Ve iki insan arasında değil, “iki camii arasında yaşanan bir aşk.”

                    

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.