,, ,
Faik Kurtulan
Köşe Yazarı
Faik Kurtulan
 

Atatürk ve Arkadaşlarının Savunduğu Üçüncü Yol İdeolojisi!

Atatürk ve Arkadaşlarının Savunduğu Üçüncü Yol İdeolojisi! Korporatizm, liberalizm ve sosyalizmden farklı bir yol olarak 1850’li yıllarda ortaya atılan bir düşünce tekniği ve ekonomik sistemdir. 1870’lerden itibaren Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya, Almanya ve ABD’de uygulanmış ve dünyada etkisi büyük olmuştur. O zamana dek ortaya çıkmış olan liberal ve sosyalist görüşlerden farklı bir görüş olduğu için de bu yola üçüncü yol denmiştir. Türklerde ahilerin lonca sistemi tarihte Avrupa’da da kendine özgü şekillerde uygulanmış ve loncaya “korporasyon” adı verilmiştir. Sistem ortaçağa kadar eski kabul edilmektedir. Meslek loncalarının temsilcilerinin oluşturduğu meclisler ülkeleri yönetmiştir.   Friedrich List, Paul Cauwes,  Alfred Fouilee ve Emile Durkheim gibi onlarca düşünür bu yol ile ilgili olarak çeşitli metotlar geliştirmiş ve kitaplar yazmışlardır. Böylelikle temel anlayış aynı kalmak suretiyle her ülkede farklı uygulamalar geliştirilmiştir. Uygulamanın özünde ahlak temel alınmış, Durkheim’da “Meslek Ahlakı” kitabıyla vücut bulan anlayış Osmanlı ve Selçuklu loncalarında da “fütüvvet” anlayışıyla aslında yüzyıllardır meslek hayatında yaşanan bir olgu olmuştur. Aslında 1850’lerden itibaren başlayan yeni arayış, insanlığın ahlaki bir toplum düzeni ve devlet yönetimi özleminden kaynaklanmıştır. Osmanlı Devletinde korporatizm (yani “Mesleki Demokrasi”) ilk önce 1908’lerde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Tekin Alp gibi Türkçü düşünce insanları arasında kendi dernek ve dergilerinde tartışılmaya başlamış, aynı anda İttihat ve Terakki Partisi ortamlarında sürdürülmüştür. İttihat Ve Terakki’de korporatizm fikrini ilk ortaya atan Kör Ali İhsan (iloğlu) olmuş, politik yapıların korporasyonlar (loncalar) temel alınarak tekrar ele alınması ve buna göre örgütlenmesi önerilmişti. Fakat bu fikir partinin yöneticileri tarafından kabul görmemiş ve Ali İhsan Bey partiden dışlanmıştı.     1920’de meclis açıldığından itibaren korporatist anlayışa sahip olan Ziya Gökalp mesleki temsil ile ilgili görüşlerini aktarmaya başlamış, I. Dünya Savaşı ile örselenen ahlaki yapının öncelikle mesleki ahlaka sahip çıkılarak düzeltilebileceğini anlatmıştı. Bilindiği üzere Atatürk Ziya Gökalp’e talim terbiyede çok önemli görevler vermiş, daha sonra da Diyarbakır’dan milletvekili seçilmesini sağlamıştı. “Millileşmiş loncaların varlığına vurgu yapan Gökalp böylece toplumsal birlikle, uyum sağlanacağını; bu korporasyonların birbiriyle karşılıklı olarak bağımlılık duyduğunu belirtmiştir. Ziya Gökalp’in “hak yok vazife var” düşünüşü korporatizme yapmış olduğu bir atıftır buna ek olarak bu söylev tek parti dönemindeki tüm önderlerin ya da bir alt kademede olan politika içinde olanların konuşmalarını hatta parti uygulamalarında önemli bir yer edinmiştir.”  Atatürk’ün hükümet kabinesinde iktisat vekili (ekonomi bakanlığı) göreviyle yer alan Mahmut Esat Bozkurt ise; “Türkiye’nin iktisadi sorunlarının başlıca nedeni olarak korporasyon sisteminden kaçınılması, uzaklaşılması olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte;  bireylerin siyasal alana giriş yapabilmesi, oy kullanabilmesi için mesleki temsiliyetinin olması gerektiğini yani işçi, meslek sahibi ya da işveren olarak ekonomiye katkı sağlayan bir kişi olması gerektiğini vurgulamış, eğer bir birey ekonomiye hiçbir katkıda bulunmuyorsa bu bireyin ülkenin siyasal bütünlüğünde bir önemi olmaması gerektiğini, yani ülke içi siyasette söz sahibi olmaması gerektiğini” belirtmiştir.  Ekonomiye katılmayan bireylerin oy kullanma hakkının olmamasını savunması Mahmut Esat Bozkurt’un öznel düşünce ve tutumundan kaynaklanmamaktadır. Aslında bu anlayış devrin tüm korporatistlerinde de bulunmaktadır.  Çünkü bu anlayış tıpkı “millet egemenliği” gibi Jean Jacques Rousseau önermeleri ve ihtilal sonrası 1791 Fransız anayasasına dayanmaktadır ve 1920 ve 30’lu yıllarda Avrupa’da geçerli olan ve günümüze uzanan bir düşüncedir. Rousso’nun önermelerine göre 1791 Fransa anayasasında devrimi gerçekleştirmiş olan burjuvazi oy verme hakkını kendi sınıfının bir imtiyazı olarak görmüş ve vatandaşları aktif ve pasif bireyler olarak bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Oy kullanma hakkına sahip olan aktif vatandaşın en önemli özelliği vergi ödüyor olmasıydı. Bu durum aynı zamanda devrimi gerçekleştiren sınıfın belli bir dönemde yaşayan herkesin oy verme hakkını savunan “halk egemenliği” anlayışından ziyade sadece bazı nitelikleri taşıyan vatandaşların oy verme hakkını savunan “millet egemenliği” anlayışını daha üstün görmelerinden kaynaklanıyordu.  Aslında geç Osmanlı ve erken cumhuriyet dönemi İttihat Terakki Cemiyeti ve Türkçülük akımı anlayışı Fransız devrimiyle birlikte düşünüldüğünde taşlar yerine oturuyordu. Üstelik bu anlayış meslek örgütleri (loncalar) temsili sistemiyle bağdaştırılabiliyordu. Tıpkı Mahmut Esat Bozkurt gibi  “Meslek ve Halk Gazetesi”, Yunus Nadi’nin çalıştığı “Yeni Gün Gazetesi” gibi gazetelerde yazan dönemin diğer düşünür ve aydınları da mesleki temsil ve korporatist sistem ile ilgili olarak halkı ikna etmeye çalışıyorlardı. Korporatizm konusunda Yunus Nadi “Bizim halkın hayatında partiler yok, muhtelif mesleklerde çalışan insanlar vardır ve bu insanlar birbiriyle mücadele etmiyorlar, birbirlerini tamamlıyorlar. Rençber ekiyor, marangoz ambarı, çilingir arabayı yapıyor, hamal taşıyor, fırıncı pişiriyor, terzi dikiyor, baştanbaşa ahenktir ki yaradılıştan kurulmuş gidiyor. Hayatın çerçevesi dışında kimse olamayacağına göre, bütün bu insanları belli ve sayılı mesleklere irca etmek ve seçimleri en adil nispetlerle bu esas dâhilinde yaparak, hayatı meclise taşımak gerekir.”   diyerek korporatizmi ekonomik kurtuluş ve gerçek demokrasi olarak halkın önüne koyuyordu. Atatürk’ün arkadaşları arasında daha pek çok korporatist düşünceye sahip kişiler mevcuttu ve bunlar da çözüm yolunun korporatizmde olduğunu anlatıyorlardı.  Örneğin önce iç işleri bakanlığı sonra da imar bakanlığı yapmış olan Recep Peker daima liberalizme karşı çıkmış, yerine devletçiliği savunmuş bir bakandı. Korporatizm üzerinden Recep Peker’e bakıldığında karşımıza çıkan bir diğer öge ise anti-sosyalist yapıda olmasıydı.. Sınıf kavramını reddedişi ve sınıfsal duruma olan karşıtlığı göze çarpmaktaydı. Sosyalizmin genişlemesinin nedenleri arasında görüşünü “liberal bir parlamenter sistem, liberalizmin ekonomik sorunları çözememesi ve politik alana isçi sınıflarının girmeye başlamasıdır. Böylece liberalizmin getirmiş olduğu özgürlük düşüncesi sosyalist devrimlerin alt tabakasını oluşturmaktadır.” Şeklinde ifade ediyordu. Peker’e göre; ''Türkiye'de sınıf yoktur, cins yoktur, imtiyaz yoktur.'' Toplum farklı çıkarlara sahip bireyler ya da sınıflara bölünmemiştir; bunun yerine birbirine ihtiyaç duyan ve birbiriyle dayanışma içerisinde olması gereken meslek zümrelerinden mürekkeptir.35 Aslında sınıfların varlığının reddi konusu Kemalist rejimin temel yönlerinden birisi olarak Altı oktan birini oluşturan halkçılık ilkesi ile somutlaşmıştır. Halkçılık ilkesine göre toplum birbirine karşıt gruplardan değil, birbiri için yaşayan ve gerekli olan meslek gruplarından oluşmaktadır. Korporatist İdeolojinin lonca sistemine öykünerek oluşturmak istediği korporasyonlar, mesleki esaslı örgütlenmeler olmalıydı, Yani korporatizme göre, sınıf gibi ''suni'' ve ''çatışmacı'' yapılanmalar yerine mesleki örgütlenmeler  kurulmalıydı. Yani ''ahenk'' ve ''uyum'' olmalıydı. Bu nedenle, anti-sosyalizm, korporatist ideolojide önemli bir noktaydı.    Atatürk’ün çevresine aldığı daha pek çok korporatist elit bu fikirlerini ancak 1938 yılına kadar savunabilmişti. Onun ölümünden sonra yerine geçenler adım adım Kemalizm’den uzaklaşacaklar ve kalkınma umudunu batı emperyalizminin yapacağı yardımlara ve kullandıracakları kredilere bağlayacaklardı. İlk cüretkâr seçim vaadi 1950 seçimleri öncesinde verilecek ve Altı Ok ilkelerinin anayasadan kaldırılacağı sözü verilecekti. Eğer seçimleri Menderes kazanmasa bu vaat 1950’de gerçekleştirilecekti. Ancak yine de çok uzun sürmedi ve 1960 ihtilalinden sonra hazırlanan anayasadan Altı Okun halkçılık ve devletçilik ilkeleri sosyal demokrasinin “sosyal devlet” olarak önümüze koyduğu Keynes’çi liberal ilkesiyle değiştirilecekti.    1960’lı yıllara gelindiğinde ise adım adım eksilttikleri Kemalizm’den ve korporatizmle doğrudan bağlantılı altı ok ilkelerinden kalan boşluğu önce “ortanın solu” adı altında sınıfsal bir bakış açısıyla doldurmaya çalışacaklardı. 1970’lerden itibaren de Atatürk’ün ömrü boyunca karşı olduğu ve mücadele ettiği “Sosyal Demokrasi” anlayışını artık açıktan ifade ederek partiye bu anlayışı yerleştirmek isteyeceklerdi. Bu makalede odaklandığımız konu Atatürk ve arkadaşlarının ideolojisinin gerek liberalizm, gerekse sosyal demokrasi ve sosyalizmden farklı olarak üçüncü bir yol olan korporatizm olduğu için CHP içerisinde yaratılan sapma ve ihanetlerin detaylarına girmeyeceğiz.    Görüldüğü üzere Atatürk’ün yanında çalışan arkadaşlarının çoğu korporatist düşünceye sahipti. Tabii ki bu insanlar tesadüfen bir araya gelmemiş, bu düşünce sistemini benimsemiş bir lider olarak Atatürk tarafından bir araya getirilmişlerdir.  Atatürk’ün Aralık 1921 yılında yapmış olduğu meclis konuşmasında “üçüncü yol olarak ortaya çıkan yeni sistemin hiçbir ‘izm’ ile bağlantılı olmadığını şu şekilde belirtmiştir. “Fakat ne yapalım ki, demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş. Efendiler; biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz, efendiler!” şeklinde konuşması Atatürk hükümetinin üçüncü yol ideolojisini teyit eder niteliktedir. Artık düşünme zamanıdır. Neden Kemalizm bize liberalizm, sosyalizm ve sosyal demokrasi gibi yabancı ideolojilere bulanarak taktim edildi! Neden gerçeği bilmemiz hep engellene gelindi. Neden bazı bilim insanları bu gerçeği bildikleri halde susmaktalar!  Umarız bir gün bu kapı aralanacak ve Türkiye gerçek büyümesine kavuşacaktır.  
Ekleme Tarihi: 16 Eylül 2022 - Cuma

Atatürk ve Arkadaşlarının Savunduğu Üçüncü Yol İdeolojisi!

Atatürk ve Arkadaşlarının Savunduğu Üçüncü Yol İdeolojisi!
Korporatizm, liberalizm ve sosyalizmden farklı bir yol olarak 1850’li yıllarda ortaya atılan bir düşünce tekniği ve ekonomik sistemdir. 1870’lerden itibaren Fransa, İtalya, Portekiz, İspanya, Almanya ve ABD’de uygulanmış ve dünyada etkisi büyük olmuştur. O zamana dek ortaya çıkmış olan liberal ve sosyalist görüşlerden farklı bir görüş olduğu için de bu yola üçüncü yol denmiştir. Türklerde ahilerin lonca sistemi tarihte Avrupa’da da kendine özgü şekillerde uygulanmış ve loncaya “korporasyon” adı verilmiştir. Sistem ortaçağa kadar eski kabul edilmektedir. Meslek loncalarının temsilcilerinin oluşturduğu meclisler ülkeleri yönetmiştir. 
 Friedrich List, Paul Cauwes,  Alfred Fouilee ve Emile Durkheim gibi onlarca düşünür bu yol ile ilgili olarak çeşitli metotlar geliştirmiş ve kitaplar yazmışlardır. Böylelikle temel anlayış aynı kalmak suretiyle her ülkede farklı uygulamalar geliştirilmiştir. Uygulamanın özünde ahlak temel alınmış, Durkheim’da “Meslek Ahlakı” kitabıyla vücut bulan anlayış Osmanlı ve Selçuklu loncalarında da “fütüvvet” anlayışıyla aslında yüzyıllardır meslek hayatında yaşanan bir olgu olmuştur. Aslında 1850’lerden itibaren başlayan yeni arayış, insanlığın ahlaki bir toplum düzeni ve devlet yönetimi özleminden kaynaklanmıştır.
Osmanlı Devletinde korporatizm (yani “Mesleki Demokrasi”) ilk önce 1908’lerde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Tekin Alp gibi Türkçü düşünce insanları arasında kendi dernek ve dergilerinde tartışılmaya başlamış, aynı anda İttihat ve Terakki Partisi ortamlarında sürdürülmüştür. İttihat Ve Terakki’de korporatizm fikrini ilk ortaya atan Kör Ali İhsan (iloğlu) olmuş, politik yapıların korporasyonlar (loncalar) temel alınarak tekrar ele alınması ve buna göre örgütlenmesi önerilmişti. Fakat bu fikir partinin yöneticileri tarafından kabul görmemiş ve Ali İhsan Bey partiden dışlanmıştı.    
1920’de meclis açıldığından itibaren korporatist anlayışa sahip olan Ziya Gökalp mesleki temsil ile ilgili görüşlerini aktarmaya başlamış, I. Dünya Savaşı ile örselenen ahlaki yapının öncelikle mesleki ahlaka sahip çıkılarak düzeltilebileceğini anlatmıştı. Bilindiği üzere Atatürk Ziya Gökalp’e talim terbiyede çok önemli görevler vermiş, daha sonra da Diyarbakır’dan milletvekili seçilmesini sağlamıştı. “Millileşmiş loncaların varlığına vurgu yapan Gökalp böylece toplumsal birlikle, uyum sağlanacağını; bu korporasyonların birbiriyle karşılıklı olarak bağımlılık duyduğunu belirtmiştir. Ziya Gökalp’in “hak yok vazife var” düşünüşü korporatizme yapmış olduğu bir atıftır buna ek olarak bu söylev tek parti dönemindeki tüm önderlerin ya da bir alt kademede olan politika içinde olanların konuşmalarını hatta parti uygulamalarında önemli bir yer edinmiştir.” 
Atatürk’ün hükümet kabinesinde iktisat vekili (ekonomi bakanlığı) göreviyle yer alan Mahmut Esat Bozkurt ise; “Türkiye’nin iktisadi sorunlarının başlıca nedeni olarak korporasyon sisteminden kaçınılması, uzaklaşılması olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte;  bireylerin siyasal alana giriş yapabilmesi, oy kullanabilmesi için mesleki temsiliyetinin olması gerektiğini yani işçi, meslek sahibi ya da işveren olarak ekonomiye katkı sağlayan bir kişi olması gerektiğini vurgulamış, eğer bir birey ekonomiye hiçbir katkıda bulunmuyorsa bu bireyin ülkenin siyasal bütünlüğünde bir önemi olmaması gerektiğini, yani ülke içi siyasette söz sahibi olmaması gerektiğini” belirtmiştir.  Ekonomiye katılmayan bireylerin oy kullanma hakkının olmamasını savunması Mahmut Esat Bozkurt’un öznel düşünce ve tutumundan kaynaklanmamaktadır. Aslında bu anlayış devrin tüm korporatistlerinde de bulunmaktadır. 

Çünkü bu anlayış tıpkı “millet egemenliği” gibi Jean Jacques Rousseau önermeleri ve ihtilal sonrası 1791 Fransız anayasasına dayanmaktadır ve 1920 ve 30’lu yıllarda Avrupa’da geçerli olan ve günümüze uzanan bir düşüncedir. Rousso’nun önermelerine göre 1791 Fransa anayasasında devrimi gerçekleştirmiş olan burjuvazi oy verme hakkını kendi sınıfının bir imtiyazı olarak görmüş ve vatandaşları aktif ve pasif bireyler olarak bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Oy kullanma hakkına sahip olan aktif vatandaşın en önemli özelliği vergi ödüyor olmasıydı. Bu durum aynı zamanda devrimi gerçekleştiren sınıfın belli bir dönemde yaşayan herkesin oy verme hakkını savunan “halk egemenliği” anlayışından ziyade sadece bazı nitelikleri taşıyan vatandaşların oy verme hakkını savunan “millet egemenliği” anlayışını daha üstün görmelerinden kaynaklanıyordu.  Aslında geç Osmanlı ve erken cumhuriyet dönemi İttihat Terakki Cemiyeti ve Türkçülük akımı anlayışı Fransız devrimiyle birlikte düşünüldüğünde taşlar yerine oturuyordu. Üstelik bu anlayış meslek örgütleri (loncalar) temsili sistemiyle bağdaştırılabiliyordu.
Tıpkı Mahmut Esat Bozkurt gibi  “Meslek ve Halk Gazetesi”, Yunus Nadi’nin çalıştığı “Yeni Gün Gazetesi” gibi gazetelerde yazan dönemin diğer düşünür ve aydınları da mesleki temsil ve korporatist sistem ile ilgili olarak halkı ikna etmeye çalışıyorlardı. Korporatizm konusunda Yunus Nadi “Bizim halkın hayatında partiler yok, muhtelif mesleklerde çalışan insanlar vardır ve bu insanlar birbiriyle mücadele etmiyorlar, birbirlerini tamamlıyorlar. Rençber ekiyor, marangoz ambarı, çilingir arabayı yapıyor, hamal taşıyor, fırıncı pişiriyor, terzi dikiyor, baştanbaşa ahenktir ki yaradılıştan kurulmuş gidiyor. Hayatın çerçevesi dışında kimse olamayacağına göre, bütün bu insanları belli ve sayılı mesleklere irca etmek ve seçimleri en adil nispetlerle bu esas dâhilinde yaparak, hayatı meclise taşımak gerekir.”   diyerek korporatizmi ekonomik kurtuluş ve gerçek demokrasi olarak halkın önüne koyuyordu.
Atatürk’ün arkadaşları arasında daha pek çok korporatist düşünceye sahip kişiler mevcuttu ve bunlar da çözüm yolunun korporatizmde olduğunu anlatıyorlardı. 
Örneğin önce iç işleri bakanlığı sonra da imar bakanlığı yapmış olan Recep Peker daima liberalizme karşı çıkmış, yerine devletçiliği savunmuş bir bakandı. Korporatizm üzerinden Recep Peker’e bakıldığında karşımıza çıkan bir diğer öge ise anti-sosyalist yapıda olmasıydı.. Sınıf kavramını reddedişi ve sınıfsal duruma olan karşıtlığı göze çarpmaktaydı. Sosyalizmin genişlemesinin nedenleri arasında görüşünü “liberal bir parlamenter sistem, liberalizmin ekonomik sorunları çözememesi ve politik alana isçi sınıflarının girmeye başlamasıdır. Böylece liberalizmin getirmiş olduğu özgürlük düşüncesi sosyalist devrimlerin alt tabakasını oluşturmaktadır.” Şeklinde ifade ediyordu. Peker’e göre; ''Türkiye'de sınıf yoktur, cins yoktur, imtiyaz yoktur.'' Toplum farklı çıkarlara sahip bireyler ya da sınıflara bölünmemiştir; bunun yerine birbirine ihtiyaç duyan ve birbiriyle dayanışma içerisinde olması gereken meslek zümrelerinden mürekkeptir.35 Aslında sınıfların varlığının reddi konusu Kemalist rejimin temel yönlerinden birisi olarak Altı oktan birini oluşturan halkçılık ilkesi ile somutlaşmıştır. Halkçılık ilkesine göre toplum birbirine karşıt gruplardan değil, birbiri için yaşayan ve gerekli olan meslek gruplarından oluşmaktadır. Korporatist İdeolojinin lonca sistemine öykünerek oluşturmak istediği korporasyonlar, mesleki esaslı örgütlenmeler olmalıydı, Yani korporatizme göre, sınıf gibi ''suni'' ve ''çatışmacı'' yapılanmalar yerine mesleki örgütlenmeler 

kurulmalıydı. Yani ''ahenk'' ve ''uyum'' olmalıydı. Bu nedenle, anti-sosyalizm, korporatist ideolojide önemli bir noktaydı. 

 

Atatürk’ün çevresine aldığı daha pek çok korporatist elit bu fikirlerini ancak 1938 yılına kadar savunabilmişti. Onun ölümünden sonra yerine geçenler adım adım Kemalizm’den uzaklaşacaklar ve kalkınma umudunu batı emperyalizminin yapacağı yardımlara ve kullandıracakları kredilere bağlayacaklardı. İlk cüretkâr seçim vaadi 1950 seçimleri öncesinde verilecek ve Altı Ok ilkelerinin anayasadan kaldırılacağı sözü verilecekti. Eğer seçimleri Menderes kazanmasa bu vaat 1950’de gerçekleştirilecekti. Ancak yine de çok uzun sürmedi ve 1960 ihtilalinden sonra hazırlanan anayasadan Altı Okun halkçılık ve devletçilik ilkeleri sosyal demokrasinin “sosyal devlet” olarak önümüze koyduğu Keynes’çi liberal ilkesiyle değiştirilecekti.  
 1960’lı yıllara gelindiğinde ise adım adım eksilttikleri Kemalizm’den ve korporatizmle doğrudan bağlantılı altı ok ilkelerinden kalan boşluğu önce “ortanın solu” adı altında sınıfsal bir bakış açısıyla doldurmaya çalışacaklardı. 1970’lerden itibaren de Atatürk’ün ömrü boyunca karşı olduğu ve mücadele ettiği “Sosyal Demokrasi” anlayışını artık açıktan ifade ederek partiye bu anlayışı yerleştirmek isteyeceklerdi.
Bu makalede odaklandığımız konu Atatürk ve arkadaşlarının ideolojisinin gerek liberalizm, gerekse sosyal demokrasi ve sosyalizmden farklı olarak üçüncü bir yol olan korporatizm olduğu için CHP içerisinde yaratılan sapma ve ihanetlerin detaylarına girmeyeceğiz. 

 


Görüldüğü üzere Atatürk’ün yanında çalışan arkadaşlarının çoğu korporatist düşünceye sahipti. Tabii ki bu insanlar tesadüfen bir araya gelmemiş, bu düşünce sistemini benimsemiş bir lider olarak Atatürk tarafından bir araya getirilmişlerdir.  Atatürk’ün Aralık 1921 yılında yapmış olduğu meclis konuşmasında “üçüncü yol olarak ortaya çıkan yeni sistemin hiçbir ‘izm’ ile bağlantılı olmadığını şu şekilde belirtmiştir. “Fakat ne yapalım ki, demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş. Efendiler; biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz, efendiler!” şeklinde konuşması Atatürk hükümetinin üçüncü yol ideolojisini teyit eder niteliktedir.
Artık düşünme zamanıdır. Neden Kemalizm bize liberalizm, sosyalizm ve sosyal demokrasi gibi yabancı ideolojilere bulanarak taktim edildi! Neden gerçeği bilmemiz hep engellene gelindi. Neden bazı bilim insanları bu gerçeği bildikleri halde susmaktalar! 
Umarız bir gün bu kapı aralanacak ve Türkiye gerçek büyümesine kavuşacaktır.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Bekir Sami Öztürk
(08.01.2024 18:39 - #250)
Çok çok teşekkürler değerli Faik hocam. İyi ki varsınız.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.