,, ,
Faik Kurtulan
Köşe Yazarı
Faik Kurtulan
 

Eğitim

Bir ülkenin varlığını devam ettirmek ve çağdaş ülkeler arasında yer almak için üzerine yatırım yapılması gereken en önemli konu eğitimdir. Milletin önceden belirlenmiş ihtiyaç ve hedefleri doğrultusunda bir eğitim felsefesi oluşturulmalı ve okullarda okutulacak müfredat bu felsefeye dayandırılmalıdır. Dünyada var olan uygarlıkların oluşturduğu beş ekolden birine dayanarak ülkeler eğitim politikasında birini uygulamakta ve müfredat belirlemektedir. Kısaca bu ekolleri tanıyacak olursak: Daimicilik (Perennializm) Türkçede “Daimicilik” olarak da adlandırılır. Eğitimde tüm insanlar için yaşam boyu önemli olduğuna inanılan şeylerin öğretilmesi gerektiği düşüncesidir. Perennialistler ayrıntılarda değişme olmasına karşın bunların kişi gelişiminde temel hususlar kadar önemli olmadığına inanırlar. Öğrenci insan türünün bir üyesi olduğu için öncelikle “insani konular” öğretilmelidir onlara göre makineler veya teknikler değil. Perennializm özcülüğe (essentialism) çok benzemekle birlikte, perennializm kişisel gelişime öncülük verirken özcülük temel beceriler üzerinde durur. Özcü ders müfredatı olgular temelinde ve daha fazla gönüllülüğe dayalı ve daha az liberal ve ilkeseldir. Eğitim felsefesinin en tutucu, gelenekçi ve esnek olmayan türüdür. Esasicilik (Essencializm) Daha çok realist felsefeden etkilenmiştir. Eğitimin amacı gerçek yaşamda geçerli olanların öğrencilere aktarılması, kültürlemedir. Kültürün sonraki nesillere aktarılmasıdır, yani bir nevi dogmacılıktır. İlerlemecilik (Progressivism) Pragmatik felsefeye dayanır. Kurucularından önde geleni John Dewey’dir. Değişimi ve gelişimi amaçlar. Yaşama dair araç ve gereçlerin kullanılmasını öğretir. Tutuculuğa, biçimciliğe, sıkı disipline ve dayatmacılığa karşıdır. ilerlemecilik pragmatik felsefenin eğitime yansımasıdır. pragmatik felsefeye göre gerçeğin esası değişimdir. Bu yüzden de eğitimin sürekli bir değişim ve gelişim içinde olması gerektiğini ve eğitimcilerin de bu gelişime  ayak uydurup kendilerini hızla yenileyebilmeleri gerektiğini vurgular. ilerlemecilere göre birey dinamiktir ve eğitim sürecinde aktif ve katılımcı olup, bilimsel yöntemleri kullanarak kendini gerçekleştirmelidir. İlerlemeciliğin başlıca ilkeleri şunlardır: Eğitim aktif ve çocuğun ilgilerine göre olmalıdır. öğretimde problem çözme yöntemi esas alınmalıdır. okul yaşama hazırlık olmaktan çok, yaşamın kendisi olmalıdır. öğretmenin görevi yönetmek değil, rehberlik etmektir. okul yöneticileri yarıştırmacı değil işbirliğine yönlendirici olmalıdır. eğitim ortamı demokratik olmalıdır. Yeniden Oluşturmacılık : Eğitimle her şeyi yeni baştan oluşturmak ve yenilikçilik olarak özetlenebilir. Politeknik Eğitim: Materyalist ve üretime dayalı eğitim felsefesi olarak sosyalist ülkelerde uygulanmıştır. Atölye ve fabrikalar öğrenme yeri olarak kabul edilmiştir. “Eğitim Üretim İçindir” parolası bu felsefenin ifadesi olup öğrencilerin materyalizmi, üretim ilişkilerini fabrika ve atölyelerde öğrenmesi hedeflenmiştir. Türklerde eğitim felsefesine iki aşamada bakılmalıdır. Birinci aşama İslamiyet öncesi, ikinci aşama ise İslamiyet sonrası eğitim anlayışıdır. İslamiyet öncesi Türk toplumunda eğitim, genellikle doğacılık (natüralizm) felsefesine göre uygulanmıştır. Doğacılık akımına göre eğitim gerçek yaşam ortamında, doğada yapılmalıdır. İslamiyet öncesinde kişi, toplum ve aile tarafından cinsiyete göre eğitilmiştir. Erkekler; savaş, maden işleri, hayvancılık vb. kadınlar; ev işleri, çocuk büyütme vb. işlerle uğraşmayı öğrenmişlerdir. Böyle olmakla birlikte, kadınların da savaş oyunlarını öğrendikleri, ok, yay, kılıç vb. kullandıkları, ata bindikleri, avlandıkları, savaşlara katıldıkları bilinmektedir. Erkeklere belirgin bir ayrıcalık tanınmamıştır. Hatta bazı durumlarda kız çocuklarının erkeklerden üstün tutuldukları zamanlar olmuştur. Kız çocuğun annesinin ‘anaç’, erkek çocuğun babasının ‘ataç’ gibi olması beklenmiştir. İslamiyet sonrası Türkler, 9. ve 10. yüzyıllarda kitleler halinde Müslüman olmakla birlikte yeni kültürel değerlerle karşı karşıya kalmışlardır. Eski değerlerin bir kısmı, yeni kültürel değerlerle harmanlanmaya başlanmıştır. Türk toplumu, eski değerleriyle yani töresiyle, İslâmî değerleri sentezlemiş; bununla da kalmamış aynı zamanda eski Grek, Latin kültürüyle de bu değerleri zenginleştirmiştir. Böylece yeni kültürel değerler oluşturmuştur. Bu kültürel değerlerde baskın olan özellik, “İslâmiyet’tir. İslâmiyet’e göre, tüm bu evreni yaratan, ebedî ve ezelî, mutlak bilge, adil, güzel, iyi vb. özelliklere sahip olan Allah’tır. Allah; buyruklarını peygamber aracılığıyla kullarına bildirmiş ve bunlara uyulmasını buyurmuştur. Selçuklu ve Osmanlı’da Eğitim Felsefesinin oluşturduğu müfredata göre 16. yüzyılın sonuna dek (kelâm), konuşma (belâgat), sözcükler ve dilbilgisi (mani), geometri (hesap, hendese), astronomi (heyet), felsefe (ilm-i hikmet), tarih, coğrafya, morfoloji, dilbilgisi, cümle yapısı (nahiv), hadis ve mantık okutulmuştur. 18. ve 19. yüzyıllarda ise, ağırlık İslâmî bilimlere yani fıkıh, kelâm, belagat, hadis derslerine verilmiştir. Hesap, geometri, astronomi, felsefe, tarih ve coğrafya gibi dersler ya programlardan çıkarılmış, ya da gereği gibi işlenmemiştir. Tanzimat  döneminde yenileşme adına ilkokullarda dersler; alfabe (elifba), Kur’ân okuma (Kur’an, tecvit), din bilgisi (ilm-i hal), ahlak, Osmanlıca dilbilgisi (sarf-ı Osmanî), imlâ, okuma (kıraat), Osmanlı tarihi, Osmanlı coğrafyası, hesap, güzel yazı, Kur’ân’ın 30 cüzü (ecza-yı şerife) olmuştur. Mühendis okulunda ise (Mühendishane-i Berri-i Hümayûn), din (ilmihal), Arapça, hesap, geometri, cebir, resim, coğrafya, Fransızca, felsefe, düzlem, trigonometri, integral, mekanik, koni hesapları, ateş talimi, lağım vb. dersler okutulmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Tevfik, İsmail Mahir, Ethem Nejat ve Şemsettin Sami “köylünün eğitilmesi” gereğini ortaya koymuşlardır. “Bunun için uygun yerlere köyün sorunlarını giderecek, köylülerin modern tarım ve hayvancılık yapmalarını sağlayacak okullar kurulması gereğine işaret etmişlerdir. Bu okullardan yetişenler; geldikleri köylere öğretmen olarak tekrar yollanmalı ve bu yolla köylü yetiştirilmelidir.” görüşlerini savunmuşlardır. Bu dönemde anlamlı öğrenmeyi sağlamak için “Sokratik Tartışma” tekniği kullanılması, öğrencinin soru sorması ve yanıtlamasının sağlanması savunulmuş; anlayarak öğrenmenin, ezberden daha kalıcı olduğu düşünülmüştür. Araç gereç kullanılması önemsenmiş, öğrencilerin oyun oynaması, araştırma-inceleme yapmalarına izin verilmesi ön plana çıkarılmıştır. Doğru yanıtlayanların ödüllendirilmesi, çocuklara şefkatle yaklaşılması, öğretmenin adil, bilge, sevecen, fakat otoriter, İslâmî bilgi ve becerilerle donanmış, iyi ve güzel huylu, hoşgörülü olma gibi özelliklere sahip olması ön plana çıkarılmıştır. “Öğrenciye kademeli yaklaşılmalı, okul bir cennete çevrilmeli” görüşü temel idealler arasında yer almıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra eğitim felsefesi tamamıyla değişmiştir. Atatürk ve genç cumhuriyetin eğitim felsefesi; olgucu (pozitivist), işlevselci (fonksiyonalist), yararcı (pragmatist), insancıl (hümanist) gerçekçi (realist) ve akılcı (rasyonalist) olarak ortaya çıkmıştır. Felsefi tutumda tüm bu akımları bütünleştiren ve eyleme dönüştüren bir yaklaşım benimsenmiştir. Örneğin, Mustafa Kemal’in “ Bir taraftan cehaletin giderilmesiyle uğraşırken bir taraftan da çocuklarımızı toplumsal ve ekonomik yaşamlarında verimli, başarılı kılabilmek için gerekli olan bilgi ve becerileri “iş içinde iş aracılığıyla eğitim” eğitim anlayışımızın temelini oluşturmalıdır.” sözleri benimsediği yararcı felsefeye yönelik vurguyu ortaya koymaktadır. Kalkınma konusunda ise Türkiye’nin kalkınmasına köyden başlanmalı, köyler her yönüyle ele alınıp geliştirilmeli diye düşünmekteydi. 1930’lu yıllarda Türkiye nüfusunun %80’i köylerde yaşamaktadır. Köylerin büyük bir çoğunluğunda su, yol, elektrik, sağlık ocağı, okul yoktur. İlkel bir yaşam vardır, yokluk, hastalık kol gezmektedir. Toplumsal bir kalkınma için bu durumun değiştirilmesi gerekmektedir. “Çağdaş bir tarım, hayvancılık, sağlıklı bir yaşam ancak eğitimle gerçekleşebilir” düşüncesi baskındır. Bu nedenden dolayı, Türkiye’nin kalkınmasına köyden başlanmalı, köyler her yönüyle ele alınıp geliştirilmelidir: “Eğitim toplum hayatından kopuk olursa, yani hayatın kendisi değil de bazı pedagogların ileri sürdüğü gibi, hayata hazırlık olarak programlanırsa, günün birinde kendi yaşamsal durumunu anlamaktan aciz kalabilirdi.” Köy      Enstitüleri   “İş için iş içinde eğitim” parolası: İşte tüm bu gerekçelerden dolayı “iş için iş içinde eğitim” ilkesi temel alınarak, 1940’lardan başlayarak dört eğitim ve kalkınma bölgesine ayrılan Anadolu’nun her kesiminde bir enstitü kurulmasına hemen başlandı. Edirne’den Kars’a, Trabzon’dan Antalya’ya, Malatya’dan Kastamonu’ya uzanan bölgelerin içindeki o ıssız köylerde, geniş topraklar üstünde, parasız yatılı, kızlı erkekli, bin öğrenci alacak genişlikte 20 enstitü harıl harıl çalışmaya başlamıştı. Enstitü öğrencileri ve öğretmenleri yalnız kendi enstitülerini kurmakla kalmadılar, ülkenin dört bucağına serpilmiş kardeş enstitülere, köy okullarının kuruluşuna da emeklerini kattılar. Cumhuriyet döneminde eğitim sisteminde benimsenen felsefeye ilişkin sonuç olarak şunları söylemek olanaklıdır: Erken Cumhuriyet döneminde Türk Eğitim Sistemi; pragmatik felsefeye ve onun eğitimde uzantısı olan “ilerlemecilik” akımına dayanmaktadır. Bu dönemdeki anayasalar ve tüm hükümet programları ilerlemecilik eğitim akımının özeliklerini taşımaktadır. Anayasalar, yasalar ve hükümet programlarında ilerlemecilik akımı kuramsal olarak savunulurken, uygulamalar (köy enstitüleri hariç) bu doğrultuda gelişmemiştir. Genellikte her dereceden okulda ilerlemecilik değil, “esasicilik” ve “daimicilik” temel alınmış ve uygulanmıştır. Başka bir deyişle; öğrenci değil öğretmen ve konular merkeze alınmış, bilimsel yöntemi kullanan, özgür ve esnek düşünen, demokratik, laik, sosyal adaletçi, sevgi ve saygı dolu birey yerine; genellikle öğretmenin söylediklerini, kitapların yazdıklarını ezberleyen, bildiklerinin yüzde yüz doğru olduğunu savunan, çekingen, taklitçi, diktacı eğilimleri baskın, yaşamdan kopuk, skolâstik düşünce sistemine sahip, her şeyi başkasından ve devletten bekleyen, hazıra konan, doyumsuz ve sorumsuz, Batı ya da Doğu hayranı kişiler yetiştirilmiştir. Ayrıca sistem kuramsal olarak her kişinin ilgi, yetenek ve istekleri doğrultusunda eğitilmesini savunurken, uygulamada bu özelikler genelde dikkate alınmamış, tersine eleyici bir yaklaşım işe koşulmuştur. Şurası apaçık görülüyor ki; eğitim çağdaş medeniyet düzeyine, refah ve mutluluğa ulaşmada en önemli yeri tutmaktadır. Bu da en başta tıpkı 1920’lerde olduğu gibi milli bir eğitim felsefesi oluşturmakla ilgili bir konudur. 1949 yılında ABD ile imzalanan ve Türk eğitimine yön verme konusunda ABD’nin tercihlerini ön plana çıkaran  Fulbright Anlaşmasına son verilmeli, Osmanlı eğitim hayranlığından vazgeçilmeli, eğitimde dogmalardan uzaklaşılmalı ve tekrar cumhuriyetin milli felsefesine dönülmelidir. Kaynak: Anadolu Üniversitesi Eğitim Felsefesi Ünite.3 Doç..Dr. Turan Akman Erkılıç
Ekleme Tarihi: 23 Kasım 2022 - Çarşamba

Eğitim

Bir ülkenin varlığını devam ettirmek ve çağdaş ülkeler arasında yer almak için üzerine yatırım yapılması gereken en önemli konu eğitimdir. Milletin önceden belirlenmiş ihtiyaç ve hedefleri doğrultusunda bir eğitim felsefesi oluşturulmalı ve okullarda okutulacak müfredat bu felsefeye dayandırılmalıdır. Dünyada var olan uygarlıkların oluşturduğu beş ekolden birine dayanarak ülkeler eğitim politikasında birini uygulamakta ve müfredat belirlemektedir.

Kısaca bu ekolleri tanıyacak olursak:

Daimicilik (Perennializm)

Türkçede “Daimicilik” olarak da adlandırılır. Eğitimde tüm insanlar için yaşam boyu önemli olduğuna inanılan şeylerin öğretilmesi gerektiği düşüncesidir. Perennialistler ayrıntılarda değişme olmasına karşın bunların kişi gelişiminde temel hususlar kadar önemli olmadığına inanırlar. Öğrenci insan türünün bir üyesi olduğu için öncelikle “insani konular” öğretilmelidir onlara göre makineler veya teknikler değil.

Perennializm özcülüğe (essentialism) çok benzemekle birlikte, perennializm kişisel gelişime öncülük verirken özcülük temel beceriler üzerinde durur. Özcü ders müfredatı olgular temelinde ve daha fazla gönüllülüğe dayalı ve daha az liberal ve ilkeseldir. Eğitim felsefesinin en tutucu, gelenekçi ve esnek olmayan türüdür.

Esasicilik (Essencializm)

Daha çok realist felsefeden etkilenmiştir. Eğitimin amacı gerçek yaşamda geçerli olanların öğrencilere aktarılması, kültürlemedir. Kültürün sonraki nesillere aktarılmasıdır, yani bir nevi dogmacılıktır.

İlerlemecilik (Progressivism)

Pragmatik felsefeye dayanır. Kurucularından önde geleni John Dewey’dir. Değişimi ve gelişimi amaçlar. Yaşama dair araç ve gereçlerin kullanılmasını öğretir. Tutuculuğa, biçimciliğe, sıkı disipline ve dayatmacılığa karşıdır.

ilerlemecilik pragmatik felsefenin eğitime yansımasıdır. pragmatik felsefeye göre gerçeğin esası değişimdir. Bu yüzden de eğitimin sürekli bir değişim ve gelişim içinde olması gerektiğini ve eğitimcilerin de bu gelişime  ayak uydurup kendilerini hızla yenileyebilmeleri gerektiğini vurgular. ilerlemecilere göre birey dinamiktir ve eğitim sürecinde aktif ve katılımcı olup, bilimsel yöntemleri kullanarak kendini gerçekleştirmelidir.

İlerlemeciliğin başlıca ilkeleri şunlardır:

  • Eğitim aktif ve çocuğun ilgilerine göre olmalıdır.
  • öğretimde problem çözme yöntemi esas alınmalıdır.
  • okul yaşama hazırlık olmaktan çok, yaşamın kendisi olmalıdır.
  • öğretmenin görevi yönetmek değil, rehberlik etmektir.
  • okul yöneticileri yarıştırmacı değil işbirliğine yönlendirici olmalıdır.
  • eğitim ortamı demokratik olmalıdır.

Yeniden Oluşturmacılık :

Eğitimle her şeyi yeni baştan oluşturmak ve yenilikçilik olarak özetlenebilir.

Politeknik Eğitim:

Materyalist ve üretime dayalı eğitim felsefesi olarak sosyalist ülkelerde uygulanmıştır. Atölye ve fabrikalar öğrenme yeri olarak kabul edilmiştir. “Eğitim Üretim İçindir” parolası bu felsefenin ifadesi olup öğrencilerin materyalizmi, üretim ilişkilerini fabrika ve atölyelerde öğrenmesi hedeflenmiştir.

Türklerde eğitim felsefesine iki aşamada bakılmalıdır. Birinci aşama İslamiyet öncesi, ikinci aşama ise İslamiyet sonrası eğitim anlayışıdır. İslamiyet öncesi Türk toplumunda eğitim, genellikle doğacılık (natüralizm) felsefesine göre uygulanmıştır. Doğacılık akımına göre eğitim gerçek yaşam ortamında, doğada yapılmalıdır. İslamiyet öncesinde kişi, toplum ve aile tarafından cinsiyete göre eğitilmiştir. Erkekler; savaş, maden işleri, hayvancılık vb. kadınlar; ev işleri, çocuk büyütme vb. işlerle uğraşmayı öğrenmişlerdir. Böyle olmakla birlikte, kadınların da savaş oyunlarını öğrendikleri, ok, yay, kılıç vb. kullandıkları, ata bindikleri, avlandıkları, savaşlara katıldıkları bilinmektedir. Erkeklere belirgin bir ayrıcalık tanınmamıştır. Hatta bazı durumlarda kız çocuklarının erkeklerden üstün tutuldukları zamanlar olmuştur. Kız çocuğun annesinin ‘anaç’, erkek çocuğun babasının ‘ataç’ gibi olması beklenmiştir.

İslamiyet sonrası Türkler, 9. ve 10. yüzyıllarda kitleler halinde Müslüman olmakla birlikte yeni kültürel değerlerle karşı karşıya kalmışlardır. Eski değerlerin bir kısmı, yeni kültürel değerlerle harmanlanmaya başlanmıştır. Türk toplumu, eski değerleriyle yani töresiyle, İslâmî değerleri sentezlemiş; bununla da kalmamış aynı zamanda eski Grek, Latin kültürüyle de bu değerleri zenginleştirmiştir. Böylece yeni kültürel değerler oluşturmuştur.

Bu kültürel değerlerde baskın olan özellik, “İslâmiyet’tir. İslâmiyet’e göre, tüm bu evreni yaratan, ebedî ve ezelî, mutlak bilge, adil, güzel, iyi vb. özelliklere sahip olan Allah’tır. Allah; buyruklarını peygamber aracılığıyla kullarına bildirmiş ve bunlara uyulmasını buyurmuştur.

Selçuklu ve Osmanlı’da Eğitim Felsefesinin oluşturduğu müfredata göre 16. yüzyılın sonuna dek (kelâm), konuşma (belâgat), sözcükler ve dilbilgisi (mani), geometri (hesap, hendese), astronomi (heyet), felsefe (ilm-i hikmet), tarih, coğrafya, morfoloji, dilbilgisi, cümle yapısı (nahiv), hadis ve mantık okutulmuştur. 18. ve 19. yüzyıllarda ise, ağırlık İslâmî bilimlere yani fıkıh, kelâm, belagat, hadis derslerine verilmiştir. Hesap, geometri, astronomi, felsefe, tarih ve coğrafya gibi dersler ya programlardan çıkarılmış, ya da gereği gibi işlenmemiştir.

Tanzimat  döneminde yenileşme adına ilkokullarda dersler; alfabe (elifba), Kur’ân okuma (Kur’an, tecvit), din bilgisi (ilm-i hal), ahlak, Osmanlıca dilbilgisi (sarf-ı Osmanî), imlâ, okuma (kıraat), Osmanlı tarihi, Osmanlı coğrafyası, hesap, güzel yazı, Kur’ân’ın 30 cüzü (ecza-yı şerife) olmuştur. Mühendis okulunda ise (Mühendishane-i Berri-i Hümayûn), din (ilmihal), Arapça, hesap, geometri, cebir, resim, coğrafya, Fransızca, felsefe, düzlem, trigonometri, integral, mekanik, koni hesapları, ateş talimi, lağım vb. dersler okutulmuştur.

İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Tevfik, İsmail Mahir, Ethem Nejat ve Şemsettin Sami “köylünün eğitilmesi” gereğini ortaya koymuşlardır. “Bunun için uygun yerlere köyün sorunlarını giderecek, köylülerin modern tarım ve hayvancılık yapmalarını sağlayacak okullar kurulması gereğine işaret etmişlerdir. Bu okullardan yetişenler; geldikleri köylere öğretmen olarak tekrar yollanmalı ve bu yolla köylü yetiştirilmelidir.” görüşlerini savunmuşlardır.

Bu dönemde anlamlı öğrenmeyi sağlamak için “Sokratik Tartışma” tekniği kullanılması, öğrencinin soru sorması ve yanıtlamasının sağlanması savunulmuş; anlayarak öğrenmenin, ezberden daha kalıcı olduğu düşünülmüştür. Araç gereç kullanılması önemsenmiş, öğrencilerin oyun oynaması, araştırma-inceleme yapmalarına izin verilmesi ön plana çıkarılmıştır. Doğru yanıtlayanların ödüllendirilmesi, çocuklara şefkatle yaklaşılması, öğretmenin adil, bilge, sevecen, fakat otoriter, İslâmî bilgi ve becerilerle donanmış, iyi ve güzel huylu, hoşgörülü olma gibi özelliklere sahip olması ön plana çıkarılmıştır. “Öğrenciye kademeli yaklaşılmalı, okul bir cennete çevrilmeli” görüşü temel idealler arasında yer almıştır.

Cumhuriyet kurulduktan sonra eğitim felsefesi tamamıyla değişmiştir. Atatürk ve genç cumhuriyetin eğitim felsefesi; olgucu (pozitivist), işlevselci (fonksiyonalist), yararcı (pragmatist), insancıl (hümanist) gerçekçi (realist) ve akılcı (rasyonalist) olarak ortaya çıkmıştır.

Felsefi tutumda tüm bu akımları bütünleştiren ve eyleme dönüştüren bir yaklaşım benimsenmiştir. Örneğin, Mustafa Kemal’in “ Bir taraftan cehaletin giderilmesiyle uğraşırken bir taraftan da çocuklarımızı toplumsal ve ekonomik yaşamlarında verimli, başarılı kılabilmek için gerekli olan bilgi ve becerileri “iş içinde iş aracılığıyla eğitim” eğitim anlayışımızın temelini oluşturmalıdır.” sözleri benimsediği yararcı felsefeye yönelik vurguyu ortaya koymaktadır. Kalkınma konusunda ise Türkiye’nin kalkınmasına köyden başlanmalı, köyler her yönüyle ele alınıp geliştirilmeli diye düşünmekteydi.

1930’lu yıllarda Türkiye nüfusunun %80’i köylerde yaşamaktadır. Köylerin büyük bir çoğunluğunda su, yol, elektrik, sağlık ocağı, okul yoktur. İlkel bir yaşam vardır, yokluk, hastalık kol gezmektedir. Toplumsal bir kalkınma için bu durumun değiştirilmesi gerekmektedir.

“Çağdaş bir tarım, hayvancılık, sağlıklı bir yaşam ancak eğitimle gerçekleşebilir” düşüncesi baskındır. Bu nedenden dolayı, Türkiye’nin kalkınmasına köyden başlanmalı, köyler her yönüyle ele alınıp geliştirilmelidir: “Eğitim toplum hayatından kopuk olursa, yani hayatın kendisi değil de bazı pedagogların ileri sürdüğü gibi, hayata hazırlık olarak programlanırsa, günün birinde kendi yaşamsal durumunu anlamaktan aciz kalabilirdi.”

Köy      Enstitüleri   “İş için iş içinde eğitim” parolası:

İşte tüm bu gerekçelerden dolayı “iş için iş içinde eğitim” ilkesi temel alınarak, 1940’lardan başlayarak dört eğitim ve kalkınma bölgesine ayrılan Anadolu’nun her kesiminde bir enstitü kurulmasına hemen başlandı.

Edirne’den Kars’a, Trabzon’dan Antalya’ya, Malatya’dan Kastamonu’ya uzanan bölgelerin içindeki o ıssız köylerde, geniş topraklar üstünde, parasız yatılı, kızlı erkekli, bin öğrenci alacak genişlikte 20 enstitü harıl harıl çalışmaya başlamıştı.

Enstitü öğrencileri ve öğretmenleri yalnız kendi enstitülerini kurmakla kalmadılar, ülkenin dört bucağına serpilmiş kardeş enstitülere, köy okullarının kuruluşuna da emeklerini kattılar.

Cumhuriyet döneminde eğitim sisteminde benimsenen felsefeye ilişkin sonuç olarak şunları söylemek olanaklıdır: Erken Cumhuriyet döneminde Türk Eğitim Sistemi; pragmatik felsefeye ve onun eğitimde uzantısı olan “ilerlemecilik” akımına dayanmaktadır.

Bu dönemdeki anayasalar ve tüm hükümet programları ilerlemecilik eğitim akımının özeliklerini taşımaktadır. Anayasalar, yasalar ve hükümet programlarında ilerlemecilik akımı kuramsal olarak savunulurken, uygulamalar (köy enstitüleri hariç) bu doğrultuda gelişmemiştir. Genellikte her dereceden okulda ilerlemecilik değil, “esasicilik” ve “daimicilik” temel alınmış ve uygulanmıştır. Başka bir deyişle; öğrenci değil öğretmen ve konular merkeze alınmış, bilimsel yöntemi kullanan, özgür ve esnek düşünen, demokratik, laik, sosyal adaletçi, sevgi ve saygı dolu birey yerine; genellikle öğretmenin söylediklerini, kitapların yazdıklarını ezberleyen, bildiklerinin yüzde yüz doğru olduğunu savunan, çekingen, taklitçi, diktacı eğilimleri baskın, yaşamdan kopuk, skolâstik düşünce sistemine sahip, her şeyi başkasından ve devletten bekleyen, hazıra konan, doyumsuz ve sorumsuz, Batı ya da Doğu hayranı kişiler yetiştirilmiştir. Ayrıca sistem kuramsal olarak her kişinin ilgi, yetenek ve istekleri doğrultusunda eğitilmesini savunurken, uygulamada bu özelikler genelde dikkate alınmamış, tersine eleyici bir yaklaşım işe koşulmuştur.

Şurası apaçık görülüyor ki; eğitim çağdaş medeniyet düzeyine, refah ve mutluluğa ulaşmada en önemli yeri tutmaktadır. Bu da en başta tıpkı 1920’lerde olduğu gibi milli bir eğitim felsefesi oluşturmakla ilgili bir konudur. 1949 yılında ABD ile imzalanan ve Türk eğitimine yön verme konusunda ABD’nin tercihlerini ön plana çıkaran  Fulbright Anlaşmasına son verilmeli, Osmanlı eğitim hayranlığından vazgeçilmeli, eğitimde dogmalardan uzaklaşılmalı ve tekrar cumhuriyetin milli felsefesine dönülmelidir.

Kaynak: Anadolu Üniversitesi Eğitim Felsefesi Ünite.3 Doç..Dr. Turan Akman Erkılıç

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.