En güzel örneği de benim için İran Sinemasıdır. Senaryo yazmak başka, yazdığını senaryolaştırmak başka, İran sineması benim için tam da bu demek. Ne eksik, ne fazla.
İran sineması gerçekten çok mu başarılı? Çok mu sanatsal ? Ya da bu kadar sansüre ve düşük bütçeye rağmen çekildiği için torpil mi geçiyoruz ? Aynı sahneleri Amerikalı bir yönetmen çekse beğenir miyiz mesela ? Bence daha da önemlisi yönetmenlerin tüm bu sansüre rağmen sinemaya olan tutkularını mı seviyoruz ?
Tüm dünyada sanatta sansür olmaması gerektiği kabul edilirken, İran’da sansüre rağmen sanat nasıl yapılır mücadelesi veriliyor. Sanat sadece halk için değil, sanat için de yapılıyor. Bu bize sanatçının ve sanatın bir şekilde kendini ifade etmek için başka yollar bulabileceğini gösteriyor. İşte sinema dili dediğimiz de tam olarak bu. Her şeyi olduğu gibi aktarmak akla gelen ilk yolsa, zihni o düşünceye götüren başka görüntüleri göstermek de sinemayı gerçekten geliştirecek olan yoldur.
Yönetmen Behman Fermanara, İran sinemasının özgünlüğünü şu cümlelerle özetler: “Sansür kurulundakiler ancak anlayabildikleri şeyleri sansürleyebilmektedir. Oysa bizim filmlerimizde metaforlar öyle güçlüdür ki, söylemek istediğimizi özetler. Bu incelikten yoksun birinin bunu anlayıp sansürlemesi çok zordur.”
Tam tanımlayamasam da benim için bu muhteşem filmler ise astronomik bütçelerle yapılan, bol efektli, cinsellik soslu Hollywood filmlerinden yalınlık ve samimiyetiyle ayrılıyor. İnsan'ı, anlatır sadece. Bütün çelişkilerini, çıkmazlarını, tükenmişliğini yani etiyle kemiğiyle, ruhuyla sadece insanı anlatır. Amerikan filmlerindeki gibi sürat, teknoloji, şımarıklık, yoktur. Lüks, ego, istismar ve ezberler yoktur.
Öyle ki kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başında damsız evlerde yaşayan bir lokma ekmeği olan insanları anlatır. Hava hep yağmurlu, sislidir bahar hiç gelmez sanki. Bütün coğrafya mücadele halindedir. Yüreğinize oturur bir taş, sızlatır durur. Hayatı, yaşamı, ölümü anlatırken ciğerinizi öyle bir yakar ki, yanık ciğerin kokusu gelir burnunuza. Sonra bir durursunuz ben kimim, amacım ne, neyin peşindeyim, göz açıp kapayıncaya kadar yitip giden bu hayatı hangi hırsların, hangi ihtirasların uğruna zehirliyorum acaba dersiniz. İnsan olmakla, olamamak arasındaki ince çizgi gibi..