,, ,
Aylin Koç
Köşe Yazarı
Aylin Koç
 

Sallanıyorsun Ama Ayaktasın

“Gece sevdikleriyle uykuya dalanlar, ertesi gün hiç tanımadığı insanlarla yan yana toprağa koyuldular.” Nasıl oldu? Neden oldu? Bir film izler gibi günlerce izledik ekranları. Patlamış mısırımız eksikti kayıpların sayısını takip ederken. Hibe yerine heba olan yardımları izledik. Parası olup da hiçbir şey satın alamayan insanları izledik. İlçelerin, şehirlerin viran oluşunu izledik. Bir adamı sürekli yumruklarsınız ama yere düşmez ya hani. Aldığı onca darbeye rağmen ayaktaymış gibi durur, dayanabildiği yere kadar. Oradaki herkes şu anda tam da böyle. Sallanıyorlar ama ayaktalar.  “Cumhuriyetin 100. Yılına mektup” adıyla 2002 yılında yapılan bir kampanya vardı. Elektronik posta aracılığıyla haberleşmenin yaygınlaştığı günlerde, bu kampanya ile nostalji rüzgarı estirmek amaçlanıyordu. Mektubun gönderildiği kişi ölmüşse, mektup ölen kişinin mirasçılarından birine teslim edilecek. Mirasçı bulunamazsa veya mektubu almayı kabul etmezse mektup, göndericinin adresine geri gönderilecek. Eğer gönderici de bulunamazsa, mektupla ilgili nasıl bir işlem yapılacağına, 1 yıllık yasal bekleme süresinin bitiminde karar verilecek. Alıcının olmayabileceğini düşündünüz. Göndericinin olmayacağını düşündünüz. Peki ya adreslerin olmayacağını? Adresler yok! O mektupların yazıldığı adreslerde evler yok! Belki de kendisine yazmıştı. 20 yıl sonra ölmüş olabileceği aklına gelebilirdi bir insanın ama adresi olmayacağı aklına gelmezdi ki. Giyilmeye kıyılamayan yeni kıyafetlerin tek parçası bile kalmadı. Önceki gün, ev temizliği yapmamak için kavga eden anne kız, ertesi gün temizleyecek bir ev bulamadı. Çocuk ve torunlarının fotoğraflarıyla süslediği evinde ölümünü bekleyen büyüklerimiz, enkazdan sağ salim çıktıktan sonra fotoğraflardaki hiç kimseyi göremedi. Hayatı boyunca dayanağı olmayı umduğu kızının, enkazdan çıkartamadığı cesedinin yanında durup elini tutmakla yetindi babalar. İnsanlar sevdikleriyle yan yana nefes alamadılar. Başını ellerinin arasına alıp yıkıntılar içinde ağlayan çocuk! Sen ağlama, biz ağlayalım aslında kör olan gözlerimizle. Farkında olduğumuz halde görüp de sustuğumuz için, doğruları söyleme cesaretimiz kalmadığı için. Senin bu halini biliriz, biliriz de bilmezlikten geliriz. Bu dünyanın kahrını farkında bile olmadan çocuklar çeker, biliriz. Düşene yardım eden bir milletiz, yardım etmeyi severiz. Düşmesin diye bir şey yapmayı düşünmeyiz. Yapığımız yardımla vicdan yükümüzü hafifletir, kendimize iyilik ederiz. Yaptık. Haber takip edip ahlayıp vahlanıp ağladık. Milletimizin huyudur, önceden düşünmeyi önlem almayı sevmeyiz. Çünkü hikâye çıkmasını bekleriz. Seyretmek için, anlatmak için değişik hikâyeler… Hatta gerçek hikâyeyi de beğenmez değiştiririz, anlatırken de kendimizce revize ederiz. Sonra içten içe  “iyi ki burada olmadı.” der yaşama devam ederiz. Yardımımı yaptım, ağladım, bütün olanlardan haberdarım, üstüme düşen görevi tamamladım. Şimdi görevim yaşamak. Sen sıcak yatağında uyuyorken, o gün evlenen bir çiftin ilk gecesiydi. Gelinlik ve damatlığın üzerindeki ter kurumadan, en mutu geçirecekleri ilk günlerini toprağa gömülerek geçirdiler. Sen olanları eş dostla paylaşıyorken, yaşlı bir amcanın sohbet edeceği komşuları ve akrabası kalmadı. Sen anılarına sımsıkı sarılıyorken, çocukların gelecekte bahsedebileceği anıları kalmadı. Sen maaşının yatacağı günü bekliyorken, yurt dışına ailesini bırakıp çalışmaya giden bir baba, döndüğünde ne ailesini ne de sokağını bulamadı. Sen içtiğin suyun markasını seçerken, yaşama tutunsun diye insanlar enkaz altında günlerce idrarını içmek zorunda kaldı. “ Annemin cesediyle günlerdir yan yana yatıyorum” diyen çocuğun sesi çıkacak mı kulaklarından? Sen hiç bir cesetle değil günlerce yan yana yatmak, bir saat kaldın mı? Biz unutacağız ama bazıları hiç unutmayacak. “Bir zamanlar şurada…” diye başlayan cümleler kuramayacak milyonlarca insan. O insanlar artık gökyüzünü senden iyi görüyorlar çünkü senin gökyüzün pencerenden baktığın kadar. Sen baktığın pencereni yaptığın yardımlarla temizlemeye çalışıyorken, onların bakacak bir penceresi bile yok. Cumhuriyetin 100. Yılına mektuplar yollandı. 29 Ekim 2023 de postalanmaya başlanacak. İçlerinden bir tanesi bile bunu hayal edememişti. Çok değil emin olun sadece 20 yıl. 20 yılda bu ülkenin insanları vicdanlarını parayla temizlemeye çalışacak kadar kirli hale geldi. Şimdi orada kaktüs gibi yaşayacak insanlar. Az bir suyla, öncesiz, sonrasız ve belki tek bir çiçek açma umuduyla. Her yerleri diken, yara bere dolu. Dimdik durmaya çalışacaklar o azıcık suyla. Oysa bizde Nazım’ın dediği gibi olacak. Ağrılar, sızılar dinecek Yumuşak, ılık bir yaz akşamı gibi inecek, Ağır yeşil dalların arasından rahatlık.
Ekleme Tarihi: 11 Mart 2023 - Cumartesi

Sallanıyorsun Ama Ayaktasın

“Gece sevdikleriyle uykuya dalanlar, ertesi gün hiç tanımadığı insanlarla yan yana toprağa koyuldular.”

Nasıl oldu? Neden oldu? Bir film izler gibi günlerce izledik ekranları. Patlamış mısırımız eksikti kayıpların sayısını takip ederken. Hibe yerine heba olan yardımları izledik. Parası olup da hiçbir şey satın alamayan insanları izledik. İlçelerin, şehirlerin viran oluşunu izledik.

Bir adamı sürekli yumruklarsınız ama yere düşmez ya hani. Aldığı onca darbeye rağmen ayaktaymış gibi durur, dayanabildiği yere kadar. Oradaki herkes şu anda tam da böyle. Sallanıyorlar ama ayaktalar.

 “Cumhuriyetin 100. Yılına mektup” adıyla 2002 yılında yapılan bir kampanya vardı. Elektronik posta aracılığıyla haberleşmenin yaygınlaştığı günlerde, bu kampanya ile nostalji rüzgarı estirmek amaçlanıyordu. Mektubun gönderildiği kişi ölmüşse, mektup ölen kişinin mirasçılarından birine teslim edilecek. Mirasçı bulunamazsa veya mektubu almayı kabul etmezse mektup, göndericinin adresine geri gönderilecek. Eğer gönderici de bulunamazsa, mektupla ilgili nasıl bir işlem yapılacağına, 1 yıllık yasal bekleme süresinin bitiminde karar verilecek.

Alıcının olmayabileceğini düşündünüz. Göndericinin olmayacağını düşündünüz. Peki ya adreslerin olmayacağını? Adresler yok! O mektupların yazıldığı adreslerde evler yok! Belki de kendisine yazmıştı. 20 yıl sonra ölmüş olabileceği aklına gelebilirdi bir insanın ama adresi olmayacağı aklına gelmezdi ki.

Giyilmeye kıyılamayan yeni kıyafetlerin tek parçası bile kalmadı. Önceki gün, ev temizliği yapmamak için kavga eden anne kız, ertesi gün temizleyecek bir ev bulamadı. Çocuk ve torunlarının fotoğraflarıyla süslediği evinde ölümünü bekleyen büyüklerimiz, enkazdan sağ salim çıktıktan sonra fotoğraflardaki hiç kimseyi göremedi. Hayatı boyunca dayanağı olmayı umduğu kızının, enkazdan çıkartamadığı cesedinin yanında durup elini tutmakla yetindi babalar. İnsanlar sevdikleriyle yan yana nefes alamadılar.

Başını ellerinin arasına alıp yıkıntılar içinde ağlayan çocuk! Sen ağlama, biz ağlayalım aslında kör olan gözlerimizle. Farkında olduğumuz halde görüp de sustuğumuz için, doğruları söyleme cesaretimiz kalmadığı için. Senin bu halini biliriz, biliriz de bilmezlikten geliriz. Bu dünyanın kahrını farkında bile olmadan çocuklar çeker, biliriz.

Düşene yardım eden bir milletiz, yardım etmeyi severiz. Düşmesin diye bir şey yapmayı düşünmeyiz. Yapığımız yardımla vicdan yükümüzü hafifletir, kendimize iyilik ederiz.

Yaptık. Haber takip edip ahlayıp vahlanıp ağladık. Milletimizin huyudur, önceden düşünmeyi önlem almayı sevmeyiz. Çünkü hikâye çıkmasını bekleriz. Seyretmek için, anlatmak için değişik hikâyeler… Hatta gerçek hikâyeyi de beğenmez değiştiririz, anlatırken de kendimizce revize ederiz. Sonra içten içe  “iyi ki burada olmadı.” der yaşama devam ederiz. Yardımımı yaptım, ağladım, bütün olanlardan haberdarım, üstüme düşen görevi tamamladım. Şimdi görevim yaşamak.

Sen sıcak yatağında uyuyorken, o gün evlenen bir çiftin ilk gecesiydi. Gelinlik ve damatlığın üzerindeki ter kurumadan, en mutu geçirecekleri ilk günlerini toprağa gömülerek geçirdiler.

Sen olanları eş dostla paylaşıyorken, yaşlı bir amcanın sohbet edeceği komşuları ve akrabası kalmadı.

Sen anılarına sımsıkı sarılıyorken, çocukların gelecekte bahsedebileceği anıları kalmadı.

Sen maaşının yatacağı günü bekliyorken, yurt dışına ailesini bırakıp çalışmaya giden bir baba, döndüğünde ne ailesini ne de sokağını bulamadı.

Sen içtiğin suyun markasını seçerken, yaşama tutunsun diye insanlar enkaz altında günlerce idrarını içmek zorunda kaldı. “ Annemin cesediyle günlerdir yan yana yatıyorum” diyen çocuğun sesi çıkacak mı kulaklarından? Sen hiç bir cesetle değil günlerce yan yana yatmak, bir saat kaldın mı?

Biz unutacağız ama bazıları hiç unutmayacak. “Bir zamanlar şurada…” diye başlayan cümleler kuramayacak milyonlarca insan.

O insanlar artık gökyüzünü senden iyi görüyorlar çünkü senin gökyüzün pencerenden baktığın kadar. Sen baktığın pencereni yaptığın yardımlarla temizlemeye çalışıyorken, onların bakacak bir penceresi bile yok.

Cumhuriyetin 100. Yılına mektuplar yollandı. 29 Ekim 2023 de postalanmaya başlanacak. İçlerinden bir tanesi bile bunu hayal edememişti. Çok değil emin olun sadece 20 yıl. 20 yılda bu ülkenin insanları vicdanlarını parayla temizlemeye çalışacak kadar kirli hale geldi.

Şimdi orada kaktüs gibi yaşayacak insanlar. Az bir suyla, öncesiz, sonrasız ve belki tek bir çiçek açma umuduyla. Her yerleri diken, yara bere dolu. Dimdik durmaya çalışacaklar o azıcık suyla.

Oysa bizde Nazım’ın dediği gibi olacak.

Ağrılar, sızılar dinecek

Yumuşak, ılık bir yaz akşamı gibi inecek,

Ağır yeşil dalların arasından rahatlık.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.