Bu yazının ilk fikri ve duygusal ilhamı, özel gereksinimli çocuklara gönülden bağlı bir arkadaşım tarafından kaleme alınmış olup, onun hassasiyetine ve emeğine saygıyla bu satırları sizlerle paylaşıyorum.
Bu yazımda özel gereksinimli çocuklara değinmek istedim. Aslında bu konuya “günümüzün konusu” demek doğru olmaz. Uzun süredir, hatta yıllardır eğitimde ve hayatın birçok alanında bu çocukların çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldığı bir gerçek. Konuya toplumsal açıdan yaklaştığımızda, meseleyi bir bütün olarak ele almamız gerektiğini unutmamalıyız.
Toplumun her kesiminde, özel gereksinimli çocukların farklı değil eşit oldukları gerçeğini benimsememiz gerekiyor. Bu bir hastalık değil; bu çocukların yaşam alanları da diğer çocuklardan farklı olmamalı. Her çocuğumuz özeldir ve bu anlayışı topluma aşılamalıyız. Bu çocukların ayrıştırılmaması ve ailelerinin yaşadığı zorlukların toplum tarafından daha da zorlaştırılmaması hepimizin sorumluluğudur.
Bu görev, bize verilen resmi bir mesai değil; 7 gün 24 saat kalbimizde taşıdığımız bir vicdani sorumluluktur. “Benim çocuğum özel bir çocuk” diyen bir anne ya da babaya “Benim çocuğum normal” diyemezsiniz. Bunun yerine, bu durumun hayatın doğal bir parçası olduğunu kabullenmek gerekir.
Özel çocukların çoğunun ezberi çok güçlüdür. Peki ya “normal” dediğiniz bir çocuğun ezberi güçlü değilse, bu onun geri kaldığı anlamına mı gelir? Elbette hayır. Burada önemli olan, ebeveynin çocuğunu tanıyıp ona uygun bir eğitim planı için öğretmen ve okul ile iş birliği içinde olmasıdır.
Tüm çocukları birer tohum olarak görürsek, ilerde nasıl fidanlar yetişeceğini hayal bile edemezsiniz. Çünkü bu çocuklar hepimizin şarkısıdır. Ve biz de bu şarkıyla büyüyen tohumların fidana, fidanların ağaca, ağaçların ormana dönüşmesini sağlamalıyız.