,, ,
Hikmet Demirsoy
Köşe Yazarı
Hikmet Demirsoy
 

Labirent - III

Zehra ve Mehmet aynı evde yaşamaya başladıktan sonra, Zehra’nın içine bir türlü sinmeyen ikinci kadın olma saplantısı gittikçe daha ağır basmaya başladı. Evde birlikte kahvaltıya oturuyorlar; Zehra “benden önce karısıyla kahvaltı yaparken de aynı yere mi oturuyordu, ilk karısıyla da mı kahvaltıda bunları yemişlerdi” diye düşünmekten kendini alamıyordu. Akşam televizyonun karşısına geçiyorlar; Zehra’yı yine bir düşünce sarmalıyordu. ”Acaba onunla da televizyon seyrederken kolunu omuzuna böyle mi atıyordu, başını omuzuna koyup aynı böyle uyukluyor muydu?” Bu düşünceler günler geçtikçe Zehra’yı daha fazla yoruyor, yıpratıyor ve içinden çıkamadığı bir labirentte boğuyordu. Mehmet, ona sevgisini vermekten bir an bile imtina etmiyordu. Zehra ise takıntılarının kara gölgesinde kalan sevgisini elinden geldiğince yaşatmaya çalışıyordu. Bir akşam ikisi de işten geç çıkmıştı. Eve önce gelen Zehra’nın içinden akşam yemeği hazırlamak gelmemiş ve öylece kendini koltuğa bırakmış düşünüyordu. Aklında cevaplayamadığı sorular dolanırken, anahtarın kapının kilidinde döndüğünü duydu ve ayağa kalktı. Mehmet içeri girdi ve Zehra’yı bir anda karşısında, kendine düşünceli bir şekilde bakarken gördü ve sevgilisini canlandırmak istedi: “Canım benden önce gelmişsin. Kurt gibi açım. Bir şeyler hazırlayabildin mi yoksa dışarıdan mı söyleyelim? Güzel bir pizzaya ne dersin?” Zehra yaşadığı gelgitlerin esiri olmuş bir şekilde, duygusuz bir sesle konuştu: “Eski karın da sen gelmeden yemek hazırlar mıydı?” diye sorduktan sonra daha da üsteledi: “Pizza sever miydi? Pizzanın benim tercih etmediğim bir yemek olduğunu unuttun herhalde Mehmet” Mehmet afallamıştı, sesindeki şaşkınlığı gizleyemeyerek cevapladı: “Ama biz seninle tanıştığımızdan beri sayısız kere pizza restoranına gitmiştik. O zamanlar iştahla yemiştik ikimiz de. Sevmediğini bilmiyordum. Açıkçası fark etmemişim…Herhalde ayıp olmasın diye bozuntuya vermiyordun…” “Ben kimseye ayıp olmasın diye, sevmediğim bir şeyi yapmak zorunda hissetmem kendimi.” diye cevapladı Zehra. Mehmet uzatmak istemiyordu. “Tamam, öyle olsun” diye cevapladı ve orta yolu buldu: “O zaman yemeği sen seç. Ne yemek istiyorsan sipariş verelim.” “Yemek istemiyorum…Aç değilim ben” dedi Zehra ve hızla arkasını dönerek Mehmet gelmeden önce oturduğu koltuğa tekrar gömüldü. Eline kumandayı alarak televizyonu açtı ve hızla kanalların arasında dolaşmaya başladı. Mehmet artık konuşma zamanının geldiğine karar verdi. Böyle gitmeyecekti. Sonuç ne olursa olsun, ilişkilerinin bitmesinden ne kadar korkarsa korksun bu şekilde yaşamak ikisine de zarar veriyordu. Zehra’ya doğru ilerledi, elinden kumandayı alarak televizyonu kapadı ve yere oturarak konuşmaya başladı: “Zehra, sana yalvarırım bana içindeki çıkmazları anlat. Konu yine kendini bir türlü benim önceki evliliğimden kurtaramaman değil mi?” Zehra sabit bakışlarla duvara bakıyor ve sesini çıkartmıyordu.   “Kaç kere söyleyeceğim. Evet…Bir ilişkim oldu ama yaşandı ve bitti işte” diye devam etti Mehmet. Zehra’nın gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. “Elimde değil Mehmet. Sana haksızlık ettiğimin farkındayım ama kurtaramıyorum kendimi bu sarmaldan” Mehmet artık yeterince açık konuşmak istiyordu: “Hayatımda sadece sen varsın Zehra…Ama sen bir türlü bunu anlamadın ve bana inanmadın. Eski yaşanmışlıklarımı başımın üstünde Demokles’in kılıcı gibi salladın hep. Bununla sadece kendini bitirmekle kalmadın, o kılıcı şimdi boynuma vurup, beni de bitirmek istiyorsun.” Zehra dudaklarını hırsla kemirmeye başladı ve cevap vermedi. Mehmet devam etti: “O zaman baştan reddetseydin beni. Biliyordun… Hiçbir gizlim saklım olmadı senden.” Zehra en sonunda dayanamadı ve haykırdı: “Belki de birbirimizi daha fazla tanımalıydık. Senin teklifinin zamansız olması gibi, benim birlikte yaşama fikrim de anlamsızdı, bunu anladım… Bir süre ayrı kalmak ve kafamızı toplamak ikimize de iyi gelecek sanırım.” Bu sefer Mehmet susmuştu. Yorgun bir şekilde Zehra’yı dinliyordu.   Zehra konuşmaya devam etti: “Ben ayrılıyorum evden. İstanbul’dan da ayrılacağım. Çalıştığım büronun Ankara’da bir yeri var. Yarın konuşacağım ve oraya tayinimi isteyeceğim. Bir zorluk çıkaracaklarını sanmıyorum. Biliyorsun ailem de orada zaten.” Bir an duraksadı ve “Yarın sabah eşyalarımı da toplayıp, arkadaşım Hande’nin evine gideceğim. Ankara’ya gidene kadar orada kalırım. Merak etme beni.” diye ekledi. Mehmet ne diyeceğini bilemiyordu. Bir süre kafasını öne eğerek düşündü ve neden sonra yerinden doğrularak Zehra’nın yanına gitti ve başını sevgilisinin başına dayadı. Sonunda üzüntülü bir sesle fısıldar gibi konuşmaya başladı: “Zehra…Senin için göze alamayacağım şey yok biliyorsun. Sonuçta iyiliğimize olacaksa buna da katlanırım. Çünkü seni, sen her ne kadar emin olmasan da çok seviyorum. Ama Ankara’ya taşınman şart mı? Yani şehir değiştirmen…” Zehra, Mehmet’in sözünü kesti: “Mehmet…Beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Ankara’ya taşınma konusu da kesin kararım. Ailem Ankara’da biliyorsun. Dededen kalma bir evimiz var. Orada tek başıma kalacağım. Bu sürede senden ne kadar uzak kalıp kendimi dinlersem bana o kadar iyi gelecek.” Mehmet direnmemeye karar vermişti. “Sen nasıl istersen öyle olsun Zehra. Bana evin adresini verirsin, olur mu?” “Hayır vermeyeceğim” dedi Zehra ve devam etti: “Verirsem peşimden geleceğini biliyorum. Senden istediğim sadece biraz zaman. Bu sürede beni aramaya da kalkma sakın. Açmam zaten telefonu.” Mehmet “Ama senden nasıl haber alacağım” diyerek itiraz etmeye yeltendi ama Zehra’nın sözü kesindi. “Zamanı gelince ben seni arayacağım Mehmet. Ama gerçekten kararımın ne olacağını bilmiyorum. Sana da haksızlık edip oyalamak istemem. Lütfen bu konuda beni suçlama.” dedikten sonra bavullarını toplamak üzere yatak odasına geçti. Mehmet’in evine gelirken kıyafetlerinden başka hiçbir eşyasını yanına almadığından ötürü işi kolay olacaktı. *** Zehra’nın işyeri ile konuşması, anne ve babasını kararından haberdar etmesi ve Ankara’ya gitmesi bir hafta sürdü. Evine yerleştikten sonra tıpkı bir devlet memuru gibi evden işe, işten eve gidip gelmekle geçti günleri. Annesinin tüm ısrarlarına rağmen ailesinin yanına da pek gitmiyor, boş zamanlarını evine kapanıp kendini dinlemekle geçiriyordu. Mehmet ile geleceği olup olmadığına karar vermek ve sonuca varmak, karmaşık bir labirentte yol almak gibiydi onun için. Beyninin kıvrımları labirentin yolları gibiydi. Bunların arasında dolaşıyordu. Dolaşırken karşısına çıkan saplantılarını yıkıp geçmeye çalışıyor, bunu bazen başarıyor bazen de yıkılan engellerin altında kalıyordu. Zorlukları aşıp tam çıkışı bulduğunu zannederken kafasını kaldırdığında yolun çıkmaz olduğunu anlamak kadar kötüsü de yoktu doğrusu. Zehra bu düşüncelerle ve çıkışı bulmak ümidi ile tam üç ay geçirmişti.   Mehmet’in de bu süre boyunca yaşamı Zehra’nın özlemi ile dolup taşmıştı. Telefonunu bir an bile elinden bırakmıyordu Mehmet. Ondan her an gelebilecek çağrıyı kaçırmamak, telefona bir an önce cevap vermek için evin her yerine telefonu cebinde gidiyordu. Bir ara Zehra’yı aramayı da düşünmüştü. Arayıp her zaman yaptığı gibi onu ne kadar çok sevdiğini haykırmak istemişti. Ama sonra vazgeçti ve beklemenin daha mantıklı olduğuna karar verdi. Evin her yerinde sevgilisinin ten kokusunu alıyor, girdiği her odada onu yanı başında hissediyordu. *** Tam üç ay sonra nihayet Zehra çıkış yolunu buldu ve kendisini fazlasıyla zorlayan labirentten kurtulunca kalbini kuşlar gibi hafiflemiş ve özgür hissetti. Özgürlüğün ve hafifliğin kendisine verdiği bu hisle kanatlanıp sevgilisinin yanına uçmayı bile düşündü. Telefonu eline aldı ve rehberden “Aşkım” kaydına parmağı ile okşar gibi dokundu. Karşı taraf telefonu daha ilk çalışta açmıştı ve ilk konuşan da Mehmet’ti: “Zehra… İnanamıyorum. Bu sensin…” “Başkası arar diye mi bekliyordun yoksa?” diye cevapladı Zehra ve devam etti: “Şaka şaka… Mehmet… Seni seviyorum ve çok özledim. Adresimi not et ve mümkün olduğunca çabuk yanıma gel canım. Geç de olsa içimdeki labirentten çıkış yolunu buldum ve sensiz yaşamın tahammül edilemez olduğunu anladım.” Mehmet herhalde hayatında bu kadar mutlu olduğu başka bir anı hatırlamıyordu. “Aşkım benim. Sensiz geçen günlerin benim için de ne kadar zor olduğunu kelimelerle anlatmam mümkün değil.” dedi. Son günlerde telefonu ile aynı anda cebinde taşıdığı not defterini ve kalemini çıkartarak hayatının anlamı olan kadının söylediği adresi dikkatle yazmaya başladı.   SON
Ekleme Tarihi: 20 Aralık 2022 - Salı

Labirent - III

Zehra ve Mehmet aynı evde yaşamaya başladıktan sonra, Zehra’nın içine bir türlü sinmeyen ikinci kadın olma saplantısı gittikçe daha ağır basmaya başladı. Evde birlikte kahvaltıya oturuyorlar; Zehra “benden önce karısıyla kahvaltı yaparken de aynı yere mi oturuyordu, ilk karısıyla da mı kahvaltıda bunları yemişlerdi” diye düşünmekten kendini alamıyordu. Akşam televizyonun karşısına geçiyorlar; Zehra’yı yine bir düşünce sarmalıyordu. ”Acaba onunla da televizyon seyrederken kolunu omuzuna böyle mi atıyordu, başını omuzuna koyup aynı böyle uyukluyor muydu?” Bu düşünceler günler geçtikçe Zehra’yı daha fazla yoruyor, yıpratıyor ve içinden çıkamadığı bir labirentte boğuyordu. Mehmet, ona sevgisini vermekten bir an bile imtina etmiyordu. Zehra ise takıntılarının kara gölgesinde kalan sevgisini elinden geldiğince yaşatmaya çalışıyordu.

Bir akşam ikisi de işten geç çıkmıştı. Eve önce gelen Zehra’nın içinden akşam yemeği hazırlamak gelmemiş ve öylece kendini koltuğa bırakmış düşünüyordu. Aklında cevaplayamadığı sorular dolanırken, anahtarın kapının kilidinde döndüğünü duydu ve ayağa kalktı. Mehmet içeri girdi ve Zehra’yı bir anda karşısında, kendine düşünceli bir şekilde bakarken gördü ve sevgilisini canlandırmak istedi:

“Canım benden önce gelmişsin. Kurt gibi açım. Bir şeyler hazırlayabildin mi yoksa dışarıdan mı söyleyelim? Güzel bir pizzaya ne dersin?”

Zehra yaşadığı gelgitlerin esiri olmuş bir şekilde, duygusuz bir sesle konuştu:

“Eski karın da sen gelmeden yemek hazırlar mıydı?” diye sorduktan sonra daha da üsteledi: “Pizza sever miydi? Pizzanın benim tercih etmediğim bir yemek olduğunu unuttun herhalde Mehmet” Mehmet afallamıştı, sesindeki şaşkınlığı gizleyemeyerek cevapladı:

“Ama biz seninle tanıştığımızdan beri sayısız kere pizza restoranına gitmiştik. O zamanlar iştahla yemiştik ikimiz de. Sevmediğini bilmiyordum. Açıkçası fark etmemişim…Herhalde ayıp olmasın diye bozuntuya vermiyordun…”

“Ben kimseye ayıp olmasın diye, sevmediğim bir şeyi yapmak zorunda hissetmem kendimi.” diye cevapladı Zehra.

Mehmet uzatmak istemiyordu. “Tamam, öyle olsun” diye cevapladı ve orta yolu buldu:

“O zaman yemeği sen seç. Ne yemek istiyorsan sipariş verelim.”

“Yemek istemiyorum…Aç değilim ben” dedi Zehra ve hızla arkasını dönerek Mehmet gelmeden önce oturduğu koltuğa tekrar gömüldü. Eline kumandayı alarak televizyonu açtı ve hızla kanalların arasında dolaşmaya başladı.

Mehmet artık konuşma zamanının geldiğine karar verdi. Böyle gitmeyecekti. Sonuç ne olursa olsun, ilişkilerinin bitmesinden ne kadar korkarsa korksun bu şekilde yaşamak ikisine de zarar veriyordu. Zehra’ya doğru ilerledi, elinden kumandayı alarak televizyonu kapadı ve yere oturarak konuşmaya başladı:

“Zehra, sana yalvarırım bana içindeki çıkmazları anlat. Konu yine kendini bir türlü benim önceki evliliğimden kurtaramaman değil mi?”

Zehra sabit bakışlarla duvara bakıyor ve sesini çıkartmıyordu.  

“Kaç kere söyleyeceğim. Evet…Bir ilişkim oldu ama yaşandı ve bitti işte” diye devam etti Mehmet.

Zehra’nın gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.

“Elimde değil Mehmet. Sana haksızlık ettiğimin farkındayım ama kurtaramıyorum kendimi bu sarmaldan”

Mehmet artık yeterince açık konuşmak istiyordu:

“Hayatımda sadece sen varsın Zehra…Ama sen bir türlü bunu anlamadın ve bana inanmadın. Eski yaşanmışlıklarımı başımın üstünde Demokles’in kılıcı gibi salladın hep. Bununla sadece kendini bitirmekle kalmadın, o kılıcı şimdi boynuma vurup, beni de bitirmek istiyorsun.”

Zehra dudaklarını hırsla kemirmeye başladı ve cevap vermedi. Mehmet devam etti: “O zaman baştan reddetseydin beni. Biliyordun… Hiçbir gizlim saklım olmadı senden.”

Zehra en sonunda dayanamadı ve haykırdı:

“Belki de birbirimizi daha fazla tanımalıydık. Senin teklifinin zamansız olması gibi, benim birlikte yaşama fikrim de anlamsızdı, bunu anladım… Bir süre ayrı kalmak ve kafamızı toplamak ikimize de iyi gelecek sanırım.”

Bu sefer Mehmet susmuştu. Yorgun bir şekilde Zehra’yı dinliyordu.  

Zehra konuşmaya devam etti:

“Ben ayrılıyorum evden. İstanbul’dan da ayrılacağım. Çalıştığım büronun Ankara’da bir yeri var. Yarın konuşacağım ve oraya tayinimi isteyeceğim. Bir zorluk çıkaracaklarını sanmıyorum. Biliyorsun ailem de orada zaten.” Bir an duraksadı ve “Yarın sabah eşyalarımı da toplayıp, arkadaşım Hande’nin evine gideceğim. Ankara’ya gidene kadar orada kalırım. Merak etme beni.” diye ekledi.

Mehmet ne diyeceğini bilemiyordu. Bir süre kafasını öne eğerek düşündü ve neden sonra yerinden doğrularak Zehra’nın yanına gitti ve başını sevgilisinin başına dayadı. Sonunda üzüntülü bir sesle fısıldar gibi konuşmaya başladı:

“Zehra…Senin için göze alamayacağım şey yok biliyorsun. Sonuçta iyiliğimize olacaksa buna da katlanırım. Çünkü seni, sen her ne kadar emin olmasan da çok seviyorum. Ama Ankara’ya taşınman şart mı? Yani şehir değiştirmen…”

Zehra, Mehmet’in sözünü kesti:

“Mehmet…Beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Ankara’ya taşınma konusu da kesin kararım. Ailem Ankara’da biliyorsun. Dededen kalma bir evimiz var. Orada tek başıma kalacağım. Bu sürede senden ne kadar uzak kalıp kendimi dinlersem bana o kadar iyi gelecek.”

Mehmet direnmemeye karar vermişti.

“Sen nasıl istersen öyle olsun Zehra. Bana evin adresini verirsin, olur mu?”

“Hayır vermeyeceğim” dedi Zehra ve devam etti: “Verirsem peşimden geleceğini biliyorum. Senden istediğim sadece biraz zaman. Bu sürede beni aramaya da kalkma sakın. Açmam zaten telefonu.”

Mehmet “Ama senden nasıl haber alacağım” diyerek itiraz etmeye yeltendi ama Zehra’nın sözü kesindi.

“Zamanı gelince ben seni arayacağım Mehmet. Ama gerçekten kararımın ne olacağını bilmiyorum. Sana da haksızlık edip oyalamak istemem. Lütfen bu konuda beni suçlama.” dedikten sonra bavullarını toplamak üzere yatak odasına geçti. Mehmet’in evine gelirken kıyafetlerinden başka hiçbir eşyasını yanına almadığından ötürü işi kolay olacaktı.

***

Zehra’nın işyeri ile konuşması, anne ve babasını kararından haberdar etmesi ve Ankara’ya gitmesi bir hafta sürdü. Evine yerleştikten sonra tıpkı bir devlet memuru gibi evden işe, işten eve gidip gelmekle geçti günleri. Annesinin tüm ısrarlarına rağmen ailesinin yanına da pek gitmiyor, boş zamanlarını evine kapanıp kendini dinlemekle geçiriyordu. Mehmet ile geleceği olup olmadığına karar vermek ve sonuca varmak, karmaşık bir labirentte yol almak gibiydi onun için. Beyninin kıvrımları labirentin yolları gibiydi. Bunların arasında dolaşıyordu. Dolaşırken karşısına çıkan saplantılarını yıkıp geçmeye çalışıyor, bunu bazen başarıyor bazen de yıkılan engellerin altında kalıyordu. Zorlukları aşıp tam çıkışı bulduğunu zannederken kafasını kaldırdığında yolun çıkmaz olduğunu anlamak kadar kötüsü de yoktu doğrusu. Zehra bu düşüncelerle ve çıkışı bulmak ümidi ile tam üç ay geçirmişti.  

Mehmet’in de bu süre boyunca yaşamı Zehra’nın özlemi ile dolup taşmıştı. Telefonunu bir an bile elinden bırakmıyordu Mehmet. Ondan her an gelebilecek çağrıyı kaçırmamak, telefona bir an önce cevap vermek için evin her yerine telefonu cebinde gidiyordu. Bir ara Zehra’yı aramayı da düşünmüştü. Arayıp her zaman yaptığı gibi onu ne kadar çok sevdiğini haykırmak istemişti. Ama sonra vazgeçti ve beklemenin daha mantıklı olduğuna karar verdi. Evin her yerinde sevgilisinin ten kokusunu alıyor, girdiği her odada onu yanı başında hissediyordu.

***

Tam üç ay sonra nihayet Zehra çıkış yolunu buldu ve kendisini fazlasıyla zorlayan labirentten kurtulunca kalbini kuşlar gibi hafiflemiş ve özgür hissetti. Özgürlüğün ve hafifliğin kendisine verdiği bu hisle kanatlanıp sevgilisinin yanına uçmayı bile düşündü. Telefonu eline aldı ve rehberden “Aşkım” kaydına parmağı ile okşar gibi dokundu. Karşı taraf telefonu daha ilk çalışta açmıştı ve ilk konuşan da Mehmet’ti:

“Zehra… İnanamıyorum. Bu sensin…”

“Başkası arar diye mi bekliyordun yoksa?” diye cevapladı Zehra ve devam etti: “Şaka şaka… Mehmet… Seni seviyorum ve çok özledim. Adresimi not et ve mümkün olduğunca çabuk yanıma gel canım. Geç de olsa içimdeki labirentten çıkış yolunu buldum ve sensiz yaşamın tahammül edilemez olduğunu anladım.”

Mehmet herhalde hayatında bu kadar mutlu olduğu başka bir anı hatırlamıyordu. “Aşkım benim. Sensiz geçen günlerin benim için de ne kadar zor olduğunu kelimelerle anlatmam mümkün değil.” dedi. Son günlerde telefonu ile aynı anda cebinde taşıdığı not defterini ve kalemini çıkartarak hayatının anlamı olan kadının söylediği adresi dikkatle yazmaya başladı.

 

SON

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.